29 Haziran 2011 Çarşamba

EDİRNE















EDİRNE



YÜZÖLÇÜMÜ: 6.276 km²











NÜFUS: 399.316 (2011)



İL TRAFİK NO: 22



İLÇELER: Edirne (merkez), Enez, Havsa, İpsala, Keşan, Lalapaşa, Meriç, Süloğlu, Uzunköprü.



İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Koru Dağı ve Söğütlük Orman İçi Dinlenme Yerleri, Sarayiçi, Erikli Plajı, Edirne ve Enez Kaleleri, Khrysopege Kilisesi, Peykler Medresesi, Saatli Medrese, Saray-ı Cedid, (Yeni Saray), II.Bayezıd ve Sokullu ya da Kasım Paşa Külliyeleri, Yıldırım Bayezıd, Eski Beylerbeyi, Gazi Mihal, Mezit Bey (Yeşilce), Muradiye, Şah Melek, Üç Şerefeli ve Selimiye Camileri, Bedesten, Ali Paşa Çarşısı ve Arasta, Rüstem Paşa Kervansarayı ve Ayşe Kadın adıyla da bilinen Ekmekçioğlu Ahmed Paşa Kervansarayı, Küçük Rüstem Paşa Hanı, Gazi Mihal, Saraçhane (Şehabeddin Paşa), Fatih, Bayezıd, Yalnız Göz, Saray (Kanuni), Tunca, Meriç Köprüleri ile Uzunköprü, Edirne Arkeoloji ve Etnografya ile Edirne Türk İslam Eserleri Müzeleri.



Milli Parklar ve Av-Yaban Hayatı Koruma

Genel Müdürlüğü Kamp Yerleri



Göktepe

Mecidiyeköyü, Keşan / Edirne

Tel: (284) 212 43 07



Danişment

Danişment, Keşan / Edirne

Tel: (284) 212 43 07



İl Kültür Müdürlüğü



Tel: (284) 213 02 32

Faks: (284) 213 02 32



Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu Müdürlüğü

Adres: Edirne Kültür Müdürlüğü

Edirne

Topluluk Tel: (0 284) 213 02 32



Devlet Güzel Sanatlar Galerisi Müdürlüğü

Eski Vali Konağı

EDİRNE

Tel: (0 284) 225 20 39

Faks: (0 284) 223 02 32



Müze



Edirne Müzesi



Adres: Selimiye Camii Yanı – Edirne

Tel: (284) 225 11 20



Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi



Edirne Türk İslam Eserleri Müzesi



Örenyeri



Enez (Ainos) Kale – Enez/Edirne



Önemli Günler



Mahalli Kutlama Günleri:



Sultan Nevruz Günü

Edirne

21-22 Mart



Mimar Sinan’ı Anma Günü

Edirne- Merkez

9 Nisan



Kırkpınar Geleneksel Yağlı Güreşleri

Edirne (Sarayiçi)

28 Haziran-4 Temmuz



Avcılar Bayramı

Edirne (Süloğlu ve Lalapaşa)

Eylül’ün İlk Haftası



Atatürk’ün Edirne’ye Gelişleri

Edirne-Merkez

21-25 Aralık



Karagün

Edirne-Merkez

26 Mart



Fatih Sultan Mehmed’i Anma Günü

Edirne

29 Mart



Havsa’nın Yağlı Güreşleri

Havsa

11 Haziran



Kurtuluş Günleri:



Uzunköprü’nün Kurtuluşu

Uzunköprü

18 Kasım



Keşan’ın Kurtuluşu

Keşan

19 Kasım



Meriç’in Kurtuluşu

Meriç

19 Kasım



İpsala’nın Kurtuluşu

İpsala

20 Kasım



Enez’in Kurtuluşu

Enez

23 Kasım



Havsa’nın Kurtuluşu

Havsa

23 Kasım



Edirne’nin Kurtuluşu

Edirne

25 Kasım



Lalapaşa’nın Kurtuluşu

Lalapaşa

27 Kasım



Sırpsındığı Savaşı Zaferi

Sarayakpınar Köyü

21 Ekim



Festivaller:



Enez Balık Festivali

Enez

Haziran’ın İlk Haftası



Şenlikler:



Kakava Şenliği

Edirne Acı Çeşme ve Gogo Mezarlığı

5-6 Mayıs



Hıdrellez

Edirne

5-6 Mayıs



Hıdrellez

İpsala (Çevre Mesire Yerleri)

6 Mayıs



Keşan Dallık

Keşan

5 Mayıs



Hıdrellez

Uzunköprü (Bülbül Korusu)

6 Mayıs



Uzunköprü Dallık Şenliği

Uzunköprü (Bülbül Korusu)

Hıdrellezin 2. Haftasına Rastlayan Pazar Günü



Enez Dallığı

Enez

Mayıs’ın 2. Haftası



Kırkpınar Şenlikleri

Edirne



Panayırlar:



Lalapaşa Hayvan ve Emtia Panayırı

Lalapaşa Kavaklık Mevkii

Ağustos’un İlk Haftası



Süleoğlu Panayırı

Süleoğlu

9 Ağustos



İpsala Hayvan ve Emtia Panayırı

İpsala

Ağustos’un Son Haftası



Keşan Hayvan ve Emtia Panayırı

Keşan

Eylül’ün İlk Haftası



Uzunköprü Hayvan ve Emtia Panayırı

Uzunköprü

Eylül’ün İlk Haftası



Havsa Hayvan ve Emtia Panayırı

Havsa

10 Eylül



1. Resim: Selimiye Camii (1568-1575)

2. Resim: Kırkpınar Güreşleri





GENEL BİLGİLER



Türkiye ile Yunanistan arasındaki Tekirdağ’ın kuzeyinde yer alan Edirne yıllar boyu Osmanlı başkenti, 18 inci yüzyılda ise Avrupa’nın en büyük yedi şehrinden biri olmuştur.100 yıl kadar bir süre Osmanlı İmparatorluğunun başkenti olması buradaki tarihi ve mimari açıdan önemli yapıların sebebidir. Edirne, camileri, dini kompleksleri, köprüleri, eski pazar yerleri, kervansarayları ve saraylarıyla yaşayan bir müzedir.



İLÇELER



Edirne ilinin ilçeleri; Enez, Havsa, İpsala, Keşan, Lalapaşa, Meriç, Süloğlu ve Uzunköprü’dür.



Edirne Evleri



Taş duvar ve sıvayla örülmüş ahşap iskelet sistemleri ile yapılırdı. Bu evler genellikle yanındaki daha yüksek saçaklara çift eğri öğe ile bağlanan bir çatıyla örtülü, az derinde kalan locanın içine yerleştirilmiş merkezi girişi ile kusursuz bir simetriye sahipti.

Balkan Yarımadası’nın hemen her tarafında en küçüğünden en gösterişlisine kadar bütün evlerde “hayat” denilen bölümler vardır. Oda kapılarının açıldığı yer olan bu bölüm, doğrudan evin bahçesine bakan yönde 1,5-2 metrelik direkler üzerine dayandırılmıştır. Hayatların sonunda bir basamak yükseklikte dört köşe bir kısım ayrılarak, tahta sedirlerle çevrilirdi.



Evin harem ve selamlıklarında büyük kapıların açıldığı bahçe kısımları olan avluların uygun bir yerinde mermer bir çeşme bulunurdu. Bazı evlerde avluların ortasında küçük havuzlar, üzerine asma sardırılmış çardaklar vardı. Harem ve selamlık avlularından birbirine geçilecek küçük kapı bulunurdu.



Müzeler



Edirne Müzesi

Adres: Selimiye Camii Yanı – Edirne

Tel: (284) 225 11 20

Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi


Edirne Türk İslam Eserleri Müzesi




Örenyerleri



Enez Antik Kenti: Enez ( Ainos ) tarihi dönemlerde çok önemli bir liman iken bugün kıyıdan 3.5 km içeridedir. Tarih boyunca birçok kereler restore edilmiş olan Enez Kalesi görülmeye değer. Aynı zamanda M.Ö. 6 ıncı yüzyıla dayanan bir kilise, bazı oyma mezarlar ve suları berrak bir de plajı bulunmaktadır.



Dolmenler (Menhir, Taş Mezarlar): Lalapaşa ilçesinde İ.Ö.2000 sonları ile İ.Ö. 1000 başlarından kalma ‘Dolmenler’ (menhir, taş mezarlar) bulunmaktadır. Yapılan kazılarda mezar içlerinde bazı araçlar (Göz yaşı şişesi, madeni takılar) bulunmuş ve bunlar Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nde sergilenmektedir.



Saraylar



Edirne Sarayı: Sultan I. Murad tarafından yaptırılan ilk saraydan sonra, Sultan II. Murad döneminde Tunca’nın batısında, çok büyük bir alan üzerine 1450′de Edirne Sarayı’nın inşaatına başlandı. Sultan’ın 1451′de ölümünden sonra oğlu Fatih Sultan Mehmed tarafından yapı tamamlatıldı. Kalıntılar arasında, Cihannüma Kasrı, Kum Kasrı Hamamı, Babusseade, Matbahi Amire ve Adalet Kasrı’dır



Camiler



Selimiye Camii: Edirnen’nin en önemli eseri olan Mimar Sinan’ın ustalık dönemi eseri Selimiye Cami Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biridir.

1569 – 1575 yılları arasında II. Selim tarafından yaptırılmıştır. Taş işçiliği, çinileri ve kalem işleri bakımından eşsiz bir eserdir.

Kentin diğer önemli cami ve kiliseleri Üç Şerefeli Cami, Muradiye Cami, II. Bayezid Cami Ve Külliyesi, Eski Cami , Yıldırım Camii, Fatih Cami (Enez Ayasofyası), Sokullu Külliyesi (Kasım Paşa Külliyesi), Sweti George Kilisesi, Yahudi Havrasıdır.



Kervansaraylar



Sokak üzerinde bir sıra dükkânı bulunan ve klasik Osmanlı mimarlığının ilginç örneklerinden olan Rüstem Paşa Kervansarayı, Kanuni Sultan Süleyman’ın ünlü sadrazamı Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırıldı.

Ekmekçioğlu Ahmed Paşa Kervansarayı, I. Sultan Ahmed’in emri ile Defterdar Ekmekçioğlu Ahmet Paşa tarafından 1609 senesinde yaptırıldı.



Köprüler



Edirne’deki önemli yapı türlerinden biri de köprülerdir. Edirne’nin içinde bulunan ve Sinan devrinin Edirne dışında inşa ettiği köprülerin güzelliğine başka kentlerde erişilememiştir.



Bu kentteki köprülerin en eskisi Bizans İmparatoru Michael Palaiologos (1261-1282) dönemindendir. Köprü sonradan Gazi Mihal Bey tarafından yeniletildiğinden onun adı ile anılır (1420). 1640′da



Kemankeş Kara Mustafa Paşa bu yirmiyedi gözlü köprüye sivri kemerli Tarih Köşkü’nü ekletmiştir. 1451′de yapılan Şahabettin Paşa (Saraçhane) Köprüsü on iki ke- merli ve on bir ayaklıdır.

1452′de Fatih döneminde yaptırılan Fatih Köprüsü, 1488′de Mimar Hayrettin’in yapıtı olan Bayezid Köprüsü, 1560′da Mimar Sinan’ın eserleri arasında yer alan Saray (Kanuni) Köprüsü, 1608-1615 yılları arasında Sedefkar Mehmed Ağa’nın yaptığı Ekmekçizade Ahmed Paşa Köprüsü, 1842-1847 yılları arasında Meriç’le Arda’nın birleştiği yerde tamamlanan Meriç Köprüsü (Yeni Köpıü) Edirne’nin en önemli köprüleridir.



NE YENİR?



Edirne’ye özgü yiyeceklerin başında Edirne’nin meşhur tava ciğeri gelmektedir.Edirne’yi ziyaret edenler Edirne’nin tava ciğerini yemeden kentten ayrılmazlar.



NE ALINIR?



Edirne’de Tarihi Alipaşa kapalı çarşısının otantik ortamında alış-veriş yapabilirsiniz. Özellikle Edirne ‘ye özgü ürünlerin satıldığı Selimiye arastasında Edirne’nin meşhur Deva-i Misk tatlısını , peynir şekerini , misk sabununu; Arasta çarşısındaki sahaflardan ise her türlü kitap ihtiyacınızı ve Edirne’nin en işlek caddesi olan Saraçlar caddesinde



Edirne’ye özgü bir ürün olan badem ezmesini ve El Sanatları Mağazasından Edirne’ye özgü el sanatları ürünlerinden satın alabilirsiniz.



YAPMADAN DÖNME



Edirne Müzesi,Türk İslam Eserleri Müzesi,Sağlık Müzesi,Balkan Savaşı Müzesi ve Karaağaç’ı görmeden,

Selimiye Camii,Eski Camii,Üç Şerefeli Camii,Ali Paşa Kapalı Çarşısı ve II.Bayezit Külliyesini gezmeden,

Meriç kenarında yemek yemeden ve Edirne’nin meşhur ciğer tavasını tatmadan,



Badem ezmesi,deva-i misk şekeri,mis sabunu ve beyaz peynir almadan,

Her yıl Haziran ayı son haftasında düzenlenen Kırkpınar Yağlı Güreşleri ve Kültür Etkinliklerinde Edirne’de bulunmadan…

Dönmeyin.



EDİRNE TARİHİ



Edirne Çardakaltı yöresinde yapılan arkeolojik kazılar bölgede ilk yerleşimin MV. 3-4 bin yıllarına kadar uzandığını gösteriyor.

Roma döneminde yapılıp, Bizans döneminde onarılan sur ve Saat Kulesi’nden başka o dönemlerden kalan eser yoktur.

Ancak Osmanlı döneminin çok sayıda büyük eseri Edirne’dedir.

Edirne bir dönem Osmanlı’ya başkentlik etmiş, nüfusu 350,000’e ulaşmış ve Avrupa’nın 4. büyük kenti olmuştur. Sadece camilerin sayısının sekseni bulduğunu söylemek bu konuda yeterli fikir verebilir.

Edirne giderek önemini kaybetmiş, nüfus 1915’te 135,000’e kadar düşmüş önce Rus, ardından Bulgar ve Yunan işgali altında kalmış ve nihayet işgal 1922’de sona ermiştir.

Osmanlı’nın kenti almasından sonra müslümanlığı kabul etmeyenlerin oturmayı sürdürdüğü kaleiçi eski yapılarıyla kentin tarihi çekirdeğini oluşturmaktadır.



Selimiye Camii



Kentteki en önemli tarihi eser olan Mimar Sinan’ın “ustalık eserim” dediği Selimiye Camisi Türkiye’nin uluslararası mimari değerlerinin başta gelenidir. 22,202 metrekarelik alana yayılan külliyenin bir bölümü Türk-İslam Eserleri (Selimiye) Müzesi olarak düzenlenmiştir. 1569-1575 Yılları arasında yapılan külliyenin 27.760 kese akçeye malolduğu bilinmektedir. Edirne’ye yaklaşırken uzaklardan görünen caminin kubbesi 31.30 metre çapında, 43.28 metre yüksekliğindedir. Minarelerinin hepsi eşit yüksekliktedir ve 70.89 metredir. Cami sadece mimarisiyle değil iç süslemeleri, çinileri ile de bir şaheserdir.

Camiye giderken içinden geçilen Sera Park’ın köşesinde Mimar Sinan’ın heykeli vardır. Her ne hikmetse Sinan’ın yüzü camiye değil de ters tarafa cevrilmiştir.

Kentin Selimiye dışındaki başlıca camilerine gelince; bunların en eskisi bir Bizans kilisesi yerine kurulan Yıldırım Beyazıd Camisidir (1397). Kent merkezindeki Eski Cami (1414), Tunca ırmağının sağında Gazi Mihal (1422), Gazi Mihal Köprüsü’nden girişte Şahmelek Paşa (1429), Ayşe Kadın (1469), Sitti Sultan (1482), Kadı Bedrettin (1530), Süleyman Paşa (1548) yapılış sırasıyla diğer camilerden başlıcalarıdır. II. Beyazıd Camisi (1488) ile Cumhuriyet Alanı’ndaki Üç Şerefeli Cami (1447) Selimiye’den sonra iki büyük camidir.

Kent merkezinde bulunan tarihi çarşılardan Bedesten(1417) ve Ali Paşa Kapalı Çarşılarına(1569) da uğramalısınız. Edirne ciğercileri ile de ünlü. Belki de ciğer pişirip satan dükkanların oluşturduğu tek sokak Edirne’dedir.

Selimiye Camii’nin bünyesinde bulunan arastadan bir çeşit kuvvet macunu olan “Devr-i Misk” satın alabilirsiniz. Badem ezmesi ve peynir şekeri de arastada satılan Edirne’ye özgü şekerlemelerdir.

Sarayiçi’nin doğu yönünde Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü, Sarayiçi’ne girişi sağlayan Fatih Köprüsü, Rüstem Paşa Kervansarayı (1561’de yapılmış ve Günümüzde Kervansaray Oteli olarak kullanılmaktadır), Ahmet Paşa Kervansarayı (1609), Taşhan tarihi Edirne’den kalan başlıca eserlerdir. Başkent İstanbul’un batı ile bağlantısını sağlayan yol üzerinde bulunuşu nedeniyle kentte çok sayıda kervansaray kurulmuştu.

Kent gezisinin önemli durakları arasına Türk İslam Eserleri Müzesi, Arkeoloji ve Etnografya Müzeleri’ni de katmalısınız. Sergilenen eserlerin zenginliği dikkatinizi çekecek.



Sarayiçi



Edirne bir dönem Osmanlıların başkentiydi. Padişahların Edirne’de ikamet ettikleri dönemde yaptırılan saraylardan Edirne Saray-ı Hümayunu Osmanlı Sarayları arasında Topkapı’dan sonra en büyüğüdür. Tıpkı Topkapı gibi, her padişahın yaptığı eklemelerle büyüyen saray, bakımsızlık ve doğa lafetler nedeniyle yok olmuş, sadece Sarayiçi denilen, Tunca Nehri’nin çevirdiği alanda bir köşk ve kule günümüze ulaşabilmiştir.

Kentin doğu ucunda bulunan ve Sarayiçi denilen bu bölge, şimdilerde tarihi Kırkpınar Güreşleri’nin yapıldığı yerdir.

Her yıl haziran sonu ile Temmuz başı arasında yapılan ve üç hafta süren güreşler sırasında bir panayır yerine döner Sarayiçi.

Kırkpınar Güreşleri’nin kökeni 1354 yılına kadar gidiyor. Rumeli’de sefere çıkan ilk akıncı gruplarından birinin verdiği molada iki yiğit görüşe tutuşur. Daha önce de güreşen ama bir türlü yenişemeyen iki pehlivanı saatler sonra ayırmaya gelen arkadaşları ölmüş olduklarını görürler. İki yiğit bir sögüt ağacının dibine gömülür. Göre döndüklerinde bakarlar ki, mezarların olduğu yerden su çıkmış. ve buraya “Kırklar Pınarı” adını verirler.Bu yerin neresi olduğu konusunda bilgi yoktur elimizde.



Karaağaç



Kentin doğu ucu Kırkpınar ise batı ucu da Karaağaç’tır. Kent merkezinden 10 km uzaklıkta olan ve Osmanlı döneminde yazlık dinlenme yeri olarak kullanılan Karağaç’ın bugün bir de özelliği var. Meriç Nehri hep sınır çizgisidir de bir tek burada batısına geçme olanağı verir.

Karağaç’ta Rumeli Demiryolu’nun 1873’te açılmasının ardından yapılan görkemli Gar binası, 1971’de tren hattının yer değiştirmesiyle yalnızlığa terkedilmiştir. Raylar ve gişeler sökülmüş, bir tek o günleri simgeleyen bir kara tren lokomotifi bırakılmıştır önünde.

Gar Binası şimdi Trakya Üniversitesi tarafından kullanılıyor. Üniversite Binanın bir bölümünü Lozan Müzesi’ne dönüştürmüş. Önüne de Lozan Anıtı yapılmış. Anıt üç büyük sütunu birbirine bağlayan beton çember üzerine oturtulan kadın heykelinden oluşuyor. Sütunlardan en uzunu Anadolu’yu, ortancası Trakya’yı, kısası da Karaağaç’ı simgeliyor.

Karaağaç bir zamanlar “Doğu’nun Paris’i” diye anılırmış. Lüks otelleri, kumarhane ve birahaneleri, yazlık sinemaları ve lokantaları, bahçe içindeki evleri ile bu ünvanı hakeden bir bir görünüme sahipmiş.

Şimdi bu görkemini büyük ölçüde kaybetmiş.



NÜFUS: 40.599 (1990)



İLÇELER: Edirne (merkez), Enez, Havsa, İpsala, Keşan, Lalapaşa, Meriç, Süloğlu, Uzunköprü.



GEZİLECEK YERLER: Koru Dağı ve Söğütlük Orman İçi Dinlenme Yerleri, Sarayiçi, Erikli Plajı, Edirne ve Enez Kaleleri, Khrysopege Kilisesi, Peykler Medresesi, Saatli Medrese, Saray-ı Cedid, (Yeni Saray), II.Bayezıd ve Sokullu ya da Kasım Paşa Külliyeleri, Yıldırım Bayezıd, Eski Beylerbeyi, Gazi Mihal, Mezit Bey (Yeşilce), Muradiye, Şah Melek, Üç Şerefeli ve Selimiye Camileri, Bedesten, Ali Paşa Çarşısı ve Arasta, Rüstem Paşa Kervansarayı ve Ayşe Kadın adıyla da bilinen Ekmekçioğlu Ahmed Paşa Kervansarayı, Küçük Rüstem Paşa Hanı, Gazi Mihal, Saraçhane (Şehabeddin Paşa), Fatih, Bayezıd, Yalnız Göz, Saray (Kanuni), Tunca, Meriç Köprüleri ile Uzunköprü, Edirne Arkeoloji ve Etnografya ile Edirne Türk İslam Eserleri Müzeleri.




Odrysler



Ainos (Enez) yakınlarında M.Ö. 5500-5000 yıllarına rastlayan dönemde, Anadolu özellikleri taşıyan çanak çömleği ve sur duvarlarıyla bir koloni niteliğinde olan ve Balkanlar’da bilinen en eski neolitik kültürlerden de eski bir yerleşim yeri vardı.





genel



Sonraları Trakya’ya yerleşen, cesaret ve savaşçılıktaki büyük becerileri pek çok ülkeyi korkutan Traklar’ı, bu niteliklerinden dolayı Atinalılar da, Romalılar da ordularında ücretli asker olarak görevlendirdiler. Traklar’da, mağaradan, güçlü kalelere, çiftliklerden, kazıklar üzerinde inşa edilmiş balıkçı köylerine ve açık kentlere kadar çok çeşitli yerleşme biçimlerine rastlanırdı.



Apsintiler; Ainos’un (Enez) doğusunda, Drugeriler; orta Hebros (Meriç) bölgesinde, Tynler; Salmydessos (Midye) bölgesinde, Kalopothaklar; Ainos’un (Enez) güneyinden Kallipolis (Gelibolu) Yarımadası’na kadar olan alanda yerleşmiş Trak kabilelerinden bazılarıydı. Bunların içinde en ünlüsü Tonzos (Tunca) vadisinden sahile uzayan bölgede oturan ve güçlerinin zirvesinde olan Odrysler’di.





Trakya’da böyle geniş bir alana yayılmış olan Odrys halkının en önemli kasabalarından biri Odrysai idi. Odrysai, Hebros (Meriç) ile Tonzos’un (Tunca) birleştiği yerde ve bu nehirlerin oluşturduğu kavisin içinde kurulmuş bir yerleşim ve pazar bölgesiydi.



Geçiş yolu Bölge, Güneydoğu Avrupa’nın Anadolu’ya zorunlu geçiş yolu üzerinde bulunması nedeniyle, göç, istila, ticaret ve kültür alışverişi konularında etki altındaydı. Özellikle göçler ve geçişler nerede ise hiç durmadı.



M.Ö. 513′te Pers kralı Darius İskit seferine, önce Bosphorus’daki (İstanbul Boğazı) Anadolu ve Rumeli’den geçtikten sonra, Trakya’nın içlerine doğru kıyıdan çok uzak olmayan bir yerden devam etti. Ordunun ilk durak yeri Odrysler’in memleketi oldu. Artık Trakya Pers egemenliğine giriyordu.



M.Ö. 492′de Mardonius’un seferi Persler’in egemenliğini sağlamlaştırdı. Daha sonra da M.Ö. 480′de Traklar, Kral Kserkses’in ordusuna asker vermek zorunda kaldılar. Kserkses, Melas Körfezi’nde (Saros Körfezi) Kallipolis (Gelibolu) Yarımadası’ndan hareket etti, Ainos (Enez) şehrinden geçti ve böylece Hebros (Meriç) Nehri’nin bütün ovası Persler tarafından alındı.



Persler’in ülkedeki egemenliğine son verilmesinden sonra, dağınık Trak kabilelerinin birleşmesi gerektiğine inanılarak, önderlik kral Teres’in idaresi altındaki Odrysler kabilesine veıildi. Böylece Odrysler, Hebros (Meriç) ve Kypsela’dan (İpsala) Varna’ya kadar olan toprakların sahibi oldular. Odrysler aristokratik, feodal bir devlet olarak kurulup, örgütlendiler.



Roma dönemi M.Ö. 342-341′de Makedonya kralı Philip’le yaptıkları savaşı kaybeden Odrysler, giderek zayıflamaya başladılar. M.Ö. 336′da Philip’in öldüıülmesinden sonra, huzursuzluk çıkacağın- dan korkan Büyük İskender, M.Ö. 335′de Trakya içine uzun bir sefere kalktı. Sahil boyunca devam edip, kralsız kalan Traklar ülkesinden ve Nestos (Mesta) Nehri’nden geçerek on gün içinde Balkanlar’ın eteğine ulaştı. Doğu Trakya’da sahile yakın bir yerden ilerleyip, Odrysia ve Hebros’dan (Meriç) sonra Tonzos (Tunca) boyunca ilerleyerek bir dağ geçidinden geçti. İskender’in ölümünden sonra Trakya başlıbaşına satraplık oldu.



M.Ö. 280-279′da Trakya, Galatlar’ın istilasına uğradıysa da tekrar güçlenen Odrysler, kralları Kotys sayesinde Makedonya ile dostluklarını sağlamlaştırdılar. M.Ö. 171-168 yıllarında Roma’ya karşı yapılan savaşta Perseus’un tek yandaşı Kotys’di. Makedonya Krallığı’nı ortadan kaldıran Romalılar Trakya’yı etkileri altına aldılar.



Caligula, Rhaimetalkes’i Trakya’ya M.S. 37-38′de kral yaptı. Rhaimetalkes’in öldürülmesinden sonra İmparator Claudius zamanında 45′te Trakya’nın bağımsızlığına son verildi. Artık Trakya bir eyalet olarak tam anlamıyla Roma İmparatorluğu’na dahil edilmişti.



Hadrianopolis



123-124 yıllarında Doğu’ya bir gezi yapan İmparator Hadrianus (117-138), Uscudama veya Odrysai adıyla çağrılan yerleşim yerinin üzerinde yeni yapılar inşa edilmesini buyurdu. Kasaba gelişip kent durumuna yükselmeye başlamıştı. Roma İmparatorluğu’nun en önemli yerleşim yerlerinden biri haline getirilen Odrysai, onu bu konuma yücelten imparatorun adını yaşatmak üzere “Hadrianus’un Kenti” anlamına gelen Hadrianopolis/Adrianopolis diye adlandırıldı.



Hadrianus’un kente kazandırdığı en önemli yapı kaleydi. Tümüyle bir Roma Castrum’u planına sahip olan kalenin dört köşesinde dört yuvarlak burç vardı. Burçların arasında dört köşeli onikişer küçük kule ve dokuz kapı dizilmişti. Surların önüne de bir hendek inşa edilmişti. Roma İmparatorluğu’nun altın devrini yaşadığı 2. yy. ve 3. yy’ın ilk yarısında Trakya şehirleri çok gelişti. Hadrianopolis de, askeri alanda, ticaret ve ziraat konularında bu altın dönemden nasibini aldı ve sürekli olarak gelişme gösterdi.



Önemli bir Roma kalesi durumunda olan Hadrianopolis, Diocletianus’un (284-305) 297′de yaptığı yeni bir yönetim bölünmesinde, Trakya eyaletinin altı vilayetinden birini oluşturan Haemimontus’un başkenti oldu. Diocletianus’un çekilmesinden sonra iç kavgalar başladı.



324′de Hadrianopolis yakınında yapılan savaştan Licinius yenilgi alarak çıktı. Savaşın galibi ise, Constantinus oldu. Constantinus Bizantion’a kadar çekilen Licinus’u önce yenilgiye uğratıp sonra da katlettikten sonra imparatorluğa egemen oldu. İmparatorluğun başkentini de Roma’dan Bizantion’a taşıdı. O artık bu yeni kentteki İmparator I. Constantinus’du (324-337). Önceleri Nea Roma adı ile anılan kent, I. Constantinus’un adıyla özdeşleştirilerek, Constantinopolis oldu (11 Mayıs 330).



378′de İmparator Valens (364-378) döneminde Hadrianopolis’in kuzeyinde Gotlar ile yapılan savaş Roma ordusunun yenilgisi ile bitti.



İmparator I. Theodosius (379-395) Trakya’daki karışıklıkları önlemek için Gotlar’a karşı daha ılımlı bir politika izleyerek bir anlamda göç tehlikesini de uzaklaştırmayı amaçladı. I. Theodosius, 381 yılının Eylül ayını Hadrianopolis’te geçirdi.



441-447 yılları arasında bu defa da Hunlar Trakya’ya akınlar düzenleyerek bölgeyi kırıp geçirip yağmaladılar.



550′de Avarlar’la yapılan savaşta Bizans ordusu Hadrianopolis önlerinde ağır bir bozguna uğradı ve çok sayıda askerini esir verirken, Büyük Constantine’in kutsal sancağı da Avarlar’ın eline geçti. Savaş sonrasında Anastasios suruna kadar dayanarak etrafı talan eden Avarlar’a bir baskın yapıldı ve kutsal sancakla birlikte bazı esirler kurtarıldı.



Heraklius (610-641) sülalesi döneminde Hadrianopolis’in ruhani idaresinde beş metropolitlik vardı.



807′de İmparator I. Nicephorus (802-811), Bulgarlar’a karşı bir sefer düzenleyip Hadrianopolis’i geri aldı ancak kendisine karşı bir ayaklanma hazırlandığını anlayarak, Constantinopolis’e döndü.



1018′den sonra Bizans için en büyük tehlike Peçenekler’den gelmeye başladı. Constantine IX. Monomachus (1042-1055) zamanında birleşip büyük bir güç oluşturan Peçenekler, Hadrianopolis önüne gelerek burada ordugâh kurup etrafı yağmalamaya başladılar. Hadrianopolis, Bizans devleti parçalandığı sırada en büyük toprakları alan Venedik’in hissesine düştü.



1336′da Hadrianopolis’te III. Andronicus’un (1328-1341) kızlarından biri Bulgar Prensi Mikhael ile evlendi. III. Andronicus, 1341′de öldüğünde devleti, dokuz yaşındaki oğlu Ioannes’e (1341-1391) bıraktı. Naib olarak da güvenilir bir yönetici olan Cantacuzenos’u gösterdi. Bu güvenilir yönetici, 26 Ekim 1341′de kendini Didymoteikhos’da (Dimetoka) imparator ilan ediverdi (1341-1354). İki imparatorlu ülkede başlayan çekişmeler bir taht kavgasının ötesine geçerek, büyük toprak sahipleri, asiller ve kentin ileri gelenleri ile halk arasında bir sınıf çatışmasına dönüştü. Hadrianopolis’te başlayan bu ayaklanma hızla Trakya’ya yayıldı. Hadrianopolis’i Cantacuzenos aldı ve 1347′de Constantinopolis’e girerek bu kentte hüküm sürmekte olan V. Ioannes Palaiologos’a (1341-1391) karşın kendini VI. Ioannes olarak bir defa daha imparator ilan etti. Cantacuzenos’un Hadrianopolis kenti için 1352′de yeniden ve bu defa V. Ioannes Palaiologos’la savaşması gerekiyordu. Palaiologos Sırp ve Bulgarlar’dan büyük yardımlarla birlikte 4000 süvari de almıştı. Cantacuzenos ise bu büyük güç karşısında galip gelebilmek için, dostu ve damadı Orhan Gazi’nin (1326-1360) yardımına başvurdu. Süleyman Bey idaresinde 10.000 kadar Türk savaşçısı savaşı Cantacuzenos adına zaferle bitirdiler.



OSMANLI DÖNEMÎ



Adı Edirne



edirne1354′de bir gece Süleyman Bey Kallipolis (Gelibolu) kalesini aldı ve Osmanlı kuvvetleri Trakya’ya akınlara başladı. Artık Trakya’da Türkler’in ayak sesleri duyuluyordu. 1360′da Didymotheikos (Dimetoka) fethedildi. I. Murad (1359-1389), tahta çıkışından başlayarak Rumeli’nin ele geçirilmesi için yapılan girişimlere büyük önem ve hız verdi. Sultan, Çorlu ile Keşan’ın da Osmanlı yönetimine geçmesinin ardından, Lala Şahin Paşa’yı Hadrianopolis’in fethi ile görevlendirdi. Lala Şahin Paşa, Hacı İlbeyi ile birlikte bu görevi yerine getirerek ken- ti Bizanslılar’dan aldı. 1362′nin Temmuz ayında I. Murad döneminde Hadrianopolis artık Türkler’indi. I. Murad’ın Celayirli hükümdarı Üveys Han’a gönderdiği fetihnamede kentin adı Edirne olarak yer aldı. Fethedilen bu yeni kenti büyük bir onurla ziyarete gelen I. Murad, kalenin yönetimini Lala Şahin Paşa’ya bıraktı. Bundan sonra Edirne Türkler’in Rumeli’yi fethetme hareketlerinde çok önemli bir askeri üs oldu. 1363′de Lala Şahin Paşa Filibe’yi ele geçirmek amacıyla buradan harekete geçti. Ertesi yıl, Sırp, Eflak ve Macar birliklerinden oluşan haçlı ordusuna karşı Sırpsındığı Savaşı, Edirne’nin 25 km. batısında gerçekleşti. Sultan Murad bir gece düşünde, ak sakallı, nur yüzlü bir kimseyle yarenlik ederken, o kişi ona Edirne’de bir saray yaptırmasını söylediğinden, Edirne’de büyük bir saray inşa ettirildi.



Osmanlı’nın “Dar–ül Mülk’ü



Edirne fetholunduktan sonra büyük bir hızla Türkleşmeye başladı. Osmanlılar’ın kenti 1365′de başkent yapmaları Edirne için yepyeni bir devrin başladığını gösteriyordu. I. Bayezid (1389-1403) İstanbul’u kuşatma hareketlerini buradan yönetti.





terazi



Yıldırım Bayezid’in ölümünden sonra taht kavgası nedeniyle şehzadeleri birbirlerine düştüler. Bu Fetret Devri’nde (1403-1413) kent daha büyük bir önem kazandı. Bayezid’in büyük şehzadesi Emir Süleyman Çelebi, devlet hazinesini Bursa’dan Edirne’ye taşıyarak burada tahta çıktı. Daha sonra şehzadelerden Musa Çelebi, Eflak Voyvodası’nın da yardımı ile ağabeyi ile mücadeleye girerek 1411′de kenti ele geçirdi ve burada kendi adına para bastırdı. 1413′de I. Mehmed Çelebi (1413-1421) Osmanlı Devleti’ni yeniden toparlayarak Edirne’yi kardeşinin elinden aldı.



1419′da bu defa da I. Bayezid’in Ankara Savaşı’nda kaybolan oğlu olduğunu ileri süren Mustafa Çelebi (ya da Düzmece Mustafa) sahneye çıktı. Taht üzerinde hak iddia ederek Edirne’yi ele geçirdi. Bir sultan olduğu inancı ile de burada kendi adına para bastırdı. Ardından güçlü bir orduyla Edirne’den Anadolu’ya geçtiyse de, Bursa yakınlarında II. Murad’a (1421-1451) yenildi. Edirne’de bıraktığı hazinesini aldıktan sonra Eflak’a giderken yakalanan Mustafa Çelebi, 1442′de yeniden Edirne’ye getirilerek öldürüldü. Edirne’de ilk şenlik, işte bu olayın ardından yapıldı. Halk da büyük bir coşku ile bu şenliklere katıldı.



II. Murad, Edirne’de şehzadeleri Alaeddin ile Mehmed’e çok görkemli sünnet düğünleri de düzenletti. Sultan, 1444′de tahtı oğlu II. Mehmed’e bırakarak Manisa’ya çekildi. Edirne başkent olduktan sonra tahta çıkan ilk sultan olduğu için, Edirne Sarayı’nda yapılan ilk culüs töreni de II. Mehmed için gerçekleştirildi. Bu ilk tahta çıkışında 12 yaşında olan çocuk sul- tanın adı, İstanbul’u fethettikten sonra şanına yakışır biçimde Fatih Sultan Mehmet olarak anılacaktı. Manisa’ya çekilen II. Murad, bir haçlı ordusunun harekete geçmesi üzerine yeniden Edirne’ye gelmek zorunda kaldı. Bu haçlı ordusu Varna’da kesin bir yenilgiye uğrayacaktı.



II. Murad zaferin ardından yönetimi yine oğluna bırakmasına karşın, yeniçerilerin ayaklanması üzerine Edirne’ye gelerek üçüncü kez tahta çıkmak zorunda kaldı. II. Mehmed (1451-1481), II. Murad’ın 5 Şubat 1451′de ölümüyle kesin olarak tahta çıktı. Artık onun önünde çok önemli bir hedef vardı. Constantinopolis’i almak… Bu amacına yönelik harekatı Edirne’den başlattı.



Yeni başkent Constantinopolis



caddeII. Mehmed’in bu kutsal amacı 1453′de gerçekleşti. 29 Mayıs sabaha karşı yapılan taarruzla Constantinopolis’in kara tarafındaki surlan yıkıldı. Aynı gün, II. Mehmed at üzerinde kente girerek, Ayasofya’da namaz kıldı. Constantinopolis’in fatihi II. Mehmed artık “Fatih Sultan Mehmed” olarak tarihe geçecek, Osmanlı İmparatorluğu’nun yeni başkenti de Cons- tantinopolis olacaktı. Başkentliği devrettikten sonra da Edirne, imparatorluğun önemli olaylarına sahne olmaktan geri kalmadı. Kent, Gedik Ahmet Paşa’yı Edirne Sarayı’nda idam ettiren II. Bayezid (1481-1512) ile oğlu Selim arasındaki taht kavgasına sahne oldu.



Edirne, 16. yy’da Batı’ya düzenlenen seferlerin merkez üssü oldu. Sultanların çoğu zamanlarını geçirdikleri bir yer durumunda olduğundan sürekli olarak ilgi gördü. Yavuz Sultan I. Selim (1512-1520), Kanuni Sultan I. Süleyman (1520-1566), ve II. Selim (1566-1574) kentin bayındırlığına büyük önem verdiler.



Edirne’nin parlak dönemleri



17. yy’da ise I. Ahmed’den (1603-1617) başlayarak bu ilgi daha da arttı. II. Osman (1617-1622) ve daha sonra IV. Murad (1623-1640) Edirne koruluk ve ormanlarında büyük av eğlenceleri düzenlediler. “Avcı” adıyla anılan N. Mehmed (1649-1687) ise çoğu zamanını burada sürek avına çıkarak geçirdi. 1670′lerde Edirne’yi neredeyse ikinci bir yönetim merkezi yapan N. Mehmed, Rus ve Leh Seferleri’ne de Edirne’den başladı.



Yaşamını Edirne’de sürdürmeyi seven bir başka sultan, II. Mustafa (1695-1703) Edirne Vakası diye bilinen ayaklanma sonunda 1703′de tahtından uzaklaştırıldı.





meriç nehri



Türkler’le Ruslar arasındaki Prut Savaşı’ndan sonra 16 Nisan 1712′de Prut Antlaşması yapılmasına karşın, üzerinden yedi ay geçtiği halde Ruslar Lehistan’ı (Polonya) terketmediler. Bunun üzerine Osmanlı Devleti sefer kararı aldı. III. Ahmed (1703-1730) İstanbul’dan Edirne’ye hareket etti. Bu durum karşısında kaygıya kapılan Rus Çarı I. Petro, görüşmeye hazır olduğunu bildirdi. Edirne’de yapılan görüşmeler sonunda 24 Haziran 1713′te Edirne Antlaşması imzalandı. İmzalanan antlaşmaya göre, Ruslar Lehistan’ı iki ay içinde boşaltacaklar, IV. Mehmed dönemindeki sınır çizgisi esas olarak alınacaktı. Ruslar aynca Osmanlı İmparatorluğu’nda misafir olarak kalan İsveç Kralı XII. Karl’ın da Rus topraklarından bir Türk koruma birliğinin eşliğinde geçirilerek ülkesine dönmesini kabul ettiler.



Yıkımlar



1745′deki büyük yangından sonra, 1751 yılındaki deprem Edirne’nin bir anlamda gözden düşmesine neden oldu. Bu dönemden başlayarak Edirne eski debdebesinden uzaklaşıp ge- rilemeye başladı.



III. Selim’in (1789-1807) Nizam-ı Cedit Islahatı’na karşı çıkan Rumeli’nin ileri gelenleri ve derebeyler, Edirne’de 1801′de ve 1806′da devlete karşı iki kez ayaklandılar (Edirne kıyamı).



1828-1829 Türk-Rus Savaşı’nda kent düşman eline geçti. 22 Ağustos 1829′da Ruslar’ın kente girmesi Edirne’nin yaşadığı zor günler oldu. 14 Eylül 1829′da Edirne’de imzalanan barış antlaşması sonucunda yeniden Osmanlı yönetimine geçmekle birlikte, savaş Edirne’yi olumsuz yönde etkiledi. Müslüman halk başka yerlere göçmeye başladı. Sultan II. Mahmud (1808-1839), halka moral vermek üzere 1831′de kente geldiğinde on gün kalıp yıkımların giderilmesi için emirler verdi. Bu gezinin anısına Hayriye, Nısfiye ve Rubiye adlarında Edirne damgalı paralar bastırıldı.



istasyon1877-1878 Türk-Rus savaşında, 20 Ocak 1878′de Edirne tekrar on üç aydan fazla sürecek olan Rus işgali altına girdi. Birçok bölgesi yakılıp yıkıldıktan sonra 13 Mart 1879′da yine Osmanlı Devleti’ne bırakıldı.



20. yy’ın başlangıç yılları da Edirne’ye zor günleri getirdi. 1912′de Balkan devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu’na karşı giriştiği Balkan Savaşı’nda Edirne yüzaltmış gün Şükrü Paşa’nın kahramanca savunmasına karşın, açlıktan Bulgar ve Sırp kuvvetlerine 26 Mart 1913′de teslim oldu.



22 Temmuz 1913′de Enver Bey komutasındaki kuvvetler hiçbir direnişle karşılaşmadan Edirne’ye girdiler. Kent yıkık ve harap durumdaydı. Diğer Avrupa devletlerinin Türkler’i Edirne’den çıkarmak için verdikleri tüm çabalar sonuçsuz kaldı ve Edirne 10 Ağustos 1913′te imzalanan Bükreş Antlaşması gereğince Osmanlı toprağı sayıldı.



Sınır kenti



Edirne bu defa da, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1920′den 1922′ye kadar iki yıldan fazla Yunan işgalinde kaldı. Ancak 25 Kasım 1922′de Mudanya Mütarekesi’nden sonra Türk ordusu Edirne’ye girdi. 24 Temmuz 1923′deki Lozan Antlaşması’yla da o artık Türkiye Cumhuriyeti’nin Trakya bölgesinde Yunanistan ve Bulgaristan sınırı boyunca uzanan, bağrında pek çok Türk anıtını taşıyan sınır kentiydi.



YAPILAR



İlk Osmanlı başkenti Bursa, erken dönem Osmanlı mimarisi örnekleriyle bezenmişti. İkinci başkent Edirne ise, mimarideki gelişmeleri ve değişmeleri yaşayarak, Osmanlı sanatının en yükseldiği dönemin eserlerini sahiplendi.



Yıldırım Bayezid Camisi





yıldırım beyazıt cami



Edirne’deki Türk döneminin en eski yapısıdır (1397-1400). Haç planlı eski bir Bizans kilisesinin yalnızca temeli bırakılarak, üzerine yeni cami binası inşa edildi. Ortasında küçük bir orta kubbe ve etrafında dört tonoz bulunmaktadır.



Eski Cami İnşaatına 1403′de Emir Süleyman Çelebi tarafından başlandı, 1414′de Çelebi Sultan Mehmed tarafından tamamlandı. Mimarı Konyalı Hacı Alaeddin’di. Kare şeklindeki yapı, dokuz kubbesiyle çok kubbeli ulu camiler planındaydı. Bina kesme taştan yapıldı. İç mekân dört paye ile bölündü. Son cemaat yeri, kesme taş ve tuğla sıralamasıyla bitirildi. Büyük yazılarıyla dikkati çekmektedir.



Muradiye Camisi



1436′da Sultan II. Murad’ın yaptırdığı bu cami, yan mekânlı camiler planının uygulandığı en güzel örneklerdendi. Yalın bir dış görünüşü olup, doğu ve batı duvarı ile mihrap duvarını kaplayan çinileri, iki orta kubbeyi birbirine bağlayan büyük kemerin iç yüzündeki ince kalem işleri yalın görüntülerine karşın 15. yy. başındaki Osmanlı dekor sanatının en başarılı eserleri arasında yer aldı. Yapı, görkemli mihrabı ve minberiyle dikkati çekmektedir.



Üç Şerefeli Cami



1438-1447 yılları arasında Sultan II. Murad tarafından yaptırılan cami, Osmanlı mimarlığında erken dönemle klasik dönem arasında yer almaktaydı. Türk sanatında ilk kez ortaya çı- kan plan şeması ile enine gelişen bir mekân anlayışında inşa edildi. Dört minaresinin biri üç, biri iki, ikisi ise birer şerefeli olup, baklavalı, şişhaneli, çubuklu ve burmalı motif üslupları ile bezendi. Üç şerefeli minaresindeki her üç şerefeye ayrı merdivenlerden çıkılan ilk minare tarzıdır ve bu tarz camiye adını vermiştir. Hafif sivri kemerli revakları ile şadırvanlı avlusu vardır.



Sultan Bayezid Külliyesi



Sultan II. Bayezid, Kili ve Akkerman fethine giderken, ordunun gereksinimlerini karşılamak üzere Edirne’de kaldı. Bu konaklama sırasında da Tunca’nın kenarında 23 Mayıs 1484 günü cami, şifahane, medrese, imaret, tabhane, hamam, değirmen ve köprüden oluşan bü- yük bir külliyenin temellerini attı.



Avrupa’da akıl hastaları hasta sayılmazlar, şeytanla işbirliği yapan insanlar diye düşünülerek çoğu kez diri diri yakılırlardı. Külliyenin şifahanesindeyse akıl ve ruh hastaları, Türk müziğinin çeşitli makamları ile tedavi edilirlerdi. Şifahaneye devamlı bağlı on hanende ve sazende çalışırdı. Ney, keman, santur ve ud kullanılan sazlar arasındaydı. Özellikle neva, rast, dügah, segah, çargah ve buselik gibi makamların dinletilmesinden olumlu sonuçlar alınmıştı. Musikiden başka hastalar çiçek kokuları ile de tedavi edilirdi.



Türk-Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri olan külliyenin mimarı Hayreddin’di. 21 m. çapındaki kubbesi ile cami tek kubbeli camilerden olup, külliye yüz kadar kubbe ile örtülmüştür.



Selimiye Camisi



selimiye camisiMimar Sinan’ın “ustalık eserim” diye nitelendirdiği Selimiye Camisi bu kentin tacıdır. Mimar Sinan’a Sultan II. Selim tarafından 1569-1575 yılları arasında yaptınlan cami önce, birbirine eşit üçer şerefeli dört minaresi ile göze çarpar. Çok uzaklardan görünen bu zarif minareler kubbenin etrafına cami tabanının oturduğu karenin köşelerine dizilmiştir.



31,5 m çapındaki kubbe, 8 filayağı ile bağlanmış, örttüğü iç mekâna verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekânın bir kerede kolayca algılanmasına neden olmaktadır. Kubbe aynı zamanda caminin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler.



Caminin mimarisinde olduğu kadar, mermer, çini ve hat işçiliklerinde de kusursuzluğa varılmıştır. Minberin mermer işçiliği diğer camilerden üstündür. Mihrap tarafındaki duvarlarla birlikte, Hünkar mahfili ve bütün alt kat pencerelerinin alınlıkları zarif bir çini dekoru ile kaplanmıştır. Mihrap duvarında bulunan büyük çini panoların renk ve komposizyonları ve Hünkar mahfilinin alt kısmındaki tavanın kalem işçiliği çok güzeldir.



Caminin revaklarla çevrilmiş avlusunun ortasında mermerden özenle işlenmiş bir şadırvanı vardır.



Edirne Sarayı





edirne saray



Sultan I. Murad tarafından yaptırılan ilk saraydan sonra, Sultan II. Murad döneminde Tunca’nın batısında, çok büyük bir alan üzerine 1450′de Edirne Sarayı’nın inşaatına baş- landı. Sultan’ın 1451′de ölümünden sonra oğlu Fatih Sultan Mehmed tarafından yapı tamamlatıldı.



Edirne Sarayı’nın önemli bölümlerinden olan Cihannüma Kasrı’nın yedi katlı olduğu ve en üst katında sekiz köşeli bir odanın ve ortasında bir havuzun bulunduğu yazılmaktadır. Cihannüma Kasrı’nın sağ tarafında Kum kasrı bulunurdu. Kum Kasrı hamamının, helezoni kubbesi vardı.



Cihannüma Kasrı’nın arka tarafındaki yerde, tonozlu bir bodrum üzerinde dikdörtgen bir planda su maksemi vardı. Terazilerden gelen sular binanın yukarısındaki depolarda toplanır oradan altı bölümle dağıtılırdı. 16. yy’ın ikinci yarısında saraya namazgâh eklendi.



Saray, 22 Ağustos 1829′da Ruslar’ın kente girip birkaç ay kalmaları sırasında yıkıma uğradı. 1867′de Sultaniye yatı ile Avrupa gezisine başlayan Sultan Abdülaziz’in gidiş yolu Tolulon’dan sonra Paris ve Londra olmuştu. Dönüş yolunda Sultan’ın Edirne’den geçme olasılığı üzerine özellikle Cihannüma Kasrı’nda bazı onarım ve eklemeler yaptırıldı. Oysa dönüş, Belçika-Koblenz-Prusya-Viyana-Budapeşte’den geçilerek, Tuna Nehri’nden vapurla yapıldı.



1875′de Ruslar’ın Edirne’yi işgal edeceği haberi üzerine sarayın yakınında bulunan cephanelik Ruslar�ın eline geçmesin diye Vali Cemil Paşa�nın emriyle ateşlendi. Böylece 3-4 gün süren patlama sesleri ile büyük tehlike içinde kalan Edirne kentinin 425 yıllık sarayı ortadan kalktı.



123-124 yıliarında Doğu’ya yaptığı gezi sırasında İmparator Hadrianus kendi adıyla Hadrianopolis diye çağrılan Edirne kentine görkemli bir kale armağan etmişti. 19. yy’ın ilk yarısına kadar sağlam duran bu kale de 1866-1870′den itibaren hastane, okul, hükümet binaları, kışla yapımı için Vali Hurşid Mehmed Paşa zamanında yıkılmaya başlandı. Dört ta- ne olan köşe kulesinden yalnızca biri saat kulesi haline dönüştürüldü.



Köprüler



edirne köprüEdirne’deki önemli yapı türlerinden biri de köprülerdir. Üzerine türküler yakılan bu taş köprülerin çoğu Tunca Nehri üzerinde bulunur. Taş köprüler, Osmanlı’nın mekânsal ve anıtsal anlayışıyla her zaman uyum içinde olurlar, düzenlilik ve geometri kurallarına uygunluk gösterirlerdi. Kent içi köprüler, iki başından kent dokusuna dayanırlardı. Edirne’nin içinde bulunan ve Sinan devrinin Edirne dışında inşa ettiği köprülerin güzelliğine başka kentlerde erişilememiştir.



Bu kentteki köprülerin en eskisi Bizans İmparatoru Michael Palaiologos (1261-1282) dönemindendir. Köprü sonradan Gazi Mihal Bey tarafından yeniletildiğinden onun adı ile anılır (1420). 1640′da Kemankeş Kara Mustafa Paşa bu yirmiyedi gözlü köprüye sivri kemerli Tarih Köşkü’nü ekletmiştir. 1451′de yapılan Şahabettin Paşa (Saraçhane) Köprüsü on iki ke- merli ve on bir ayaklıdır.



1452′de Fatih döneminde yaptırılan Fatih Köprüsü, 1488′de Mimar Hayrettin’in yapıtı olan Bayezid köprüsü, 1560′da Mimar Sinan’ın eserleri arasında yer alan Saray (Kanuni) Köprüsü, 1608-1615 yılları arasında Sedefkar Mehmed Ağa’nın yaptığı Ekmekçizade Ahmed Paşa Köprüsü, 1842-1847 yılları arasında Meriç’le Arda’nın birleştiği yerde tamamlanan Meriç Köprüsü (Yeni Köpıü) Edirne’nin en önemli köprüleridir.



Kervansaraylar



Sokak üzerinde bir sıra dükkânı bulunan ve klasik Osmanlı mimarlığının ilginç örneklerinden olan Rüstem Paşa kervansarayı, Kanuni Sultan Süleyman’ın ünlü sadrazamı Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırıldı. Dikdörtgen avlu çevresinde önleri revaklı odalar sıralanmaktadır.



Ekmekçioğlu Ahmed Paşa kervansarayı, I. Sultan Ahmed’in emri ile Defterdar Ekmekçioğlu Ahmet Paşa tarafından 1609 senesinde yaptırıldı. Mimarları Sedefkar Mehmed Ağa ve Edirneli Hacı Şaban’dı.



Evler





edirne ev



Taş duvar ve sıvayla örülmüş ahşap iskelet sistemleri ile yapılırdı. Bu evler genellikle yanındaki daha yüksek saçaklara çift eğri öğe ile bağlanan bir çatıyla örtülü, az derinde kalan locanın içine yerleştirilmiş merkezi girişi ile kusursuz bir simetriye sahipti.



Odalardan kıbleye dönük olanı namaz odası olarak ayrılırdı. Dolaplarda, tatlı, şeker, şerbet ve şurup dağıtılmasına yarayan şık kaplar, bardaklar, tabaklar, şık havlular, örtüler, le- ğen ve ibriklerin en kıymetlileri saklanırdı. Misafir odalarının duvarları boyunca yapılmış “sıra” denen raflar üzerine odayı süslemek amacıyla kıymetli çini ve porselen tabaklar, kaseler ve sürahiler konurdu. Katlı raf denilen hücrelere de değerli kaseler, gülapdanlıklar ve çiçeklikler yerleştirilirdi.



Kalınca yapılmış duvarların içine yerleştirilen veya odanın arkasında bir kümbet şeklinde dışarı çıkarılan ocaklar en sağlıklı ısınma aracıydı.



edirne evleriBalkan Yarımadası’nın hemen her tarafında en küçüğünden en gösterişlisine kadar bütün evlerde “hayat” denilen bölümler vardır. Oda kapılarının açıldığı yer olan bu bölüm, doğrudan evin bahçesine bakan yönde 1,5-2 metrelik direkler üzerine dayandırılmıştır. Hayatların sonunda bir basamak yükseklikte dört köşe bir kısım ayrılarak, tahta sedirlerle çevrilirdi.



Evin harem ve selamlıklarında büyük kapıların açıldığı bahçe kısımları olan avluların uygun bir yerinde mermer bir çeşme bulunurdu. Bazı evlerde avluların ortasında küçük havuzlar, üzerine asma sardırılmış çardaklar vardı. Harem ve selamlık avlularından birbirine geçilecek küçük kapı bulunurdu.



TİCARET



Edirne, çok parlak günler yaşamış büyük bir ticaret merkeziydi. Bedestenlerindeki elmas ve mücevherler altmış gece bekçisi tarafından korunurdu. 15. yy’da Doğu Akdeniz’de canlanan ticaret, bu kentin gelişmesine de büyük yardımda bulundu.





edirne çarşı



Mısır’dan, Ege adalarından ve İzmir gibi diğer Batı Anadolu kentlerinden gelen buğday, arpa, mısır gibi ana gıda maddeleri ve tarımsal zenginlikleri Enez’e gelir, buradan nehir yoluyla küçük gemilere yüklenerek Edirne’ye ulaştırılarak burada pazarlanırdı. Meriç yoluyla Filibe’den gelen pirinç de buradan İstanbul’a ulaştırılırdı.



17. yy’da İran’dan kervanlarla gelen bazı tüccarlar da Edirne’de alım-satım yaptıktan sonra buradan Balkanlar’a doğru açılırlardı. Avrupa malları Edirne pazarlarında bulunurdu. Değişik cinslerde malı bu pazara getiren Avrupalı tüccar, buradan balmumu, deri eşyalar alırlardı. Venedikli ve Fransız tacirlerin aldıkları ise, Bursa ipeği ve Ereğli’den gelen yündü.



Çarşılar



Geçiş yolları üzerinde bulunan kentin gelişme döneminde hem artan ekonomi ve ticaret yoğunluğunu karşılamak hem de cami ve imaretlere gelir sağlamak amacıyla birçok han, bedesten ve çarşı inşa edildi.



1417-1418 yılları arasında Çelebi Sultan I. Mehmed tarafından Mimar Alaeddin’e Eski Cami’ye vakıf olarak bir bedesten yaptırıldı. On döıt kubbeli yapının etrafında bir sıra dükkân, içte tonoz örtülü otuz altı oda bulunmaktaydı. Duvarları kırmızı ve beyaz kesme taştandı.



1569′da Hersekli Semiz Ali Paşa’nın Mimar Sinan’a yaptırdığı Ali Paşa Çarşısı yüz otuz dükkândan oluşmaktaydı. Çarşısı üç yüz metre uzunluğunda olup, altı kapılıydı. 73 kemerli, 255 metre uzunluğunda, 124 dükkândan oluşan arasta, III. Murad (1574-1595) tarafından Selimiye Camisi’ne vakıf olmak üzere Davut Ağa’ya yaptırıldı.



Esnaf



Edirne büyük ve değişik esnaf gurubunun toplandığı bir merkezdi. Deri ve dericilikle ilgili işlerle uğraşan saraçlar, yularcılar, keçeciler, ayakkabı ya da çizme üretenlerle birlikte, dokuma işlerinde çalışan bezciler, iplikçiler, ibrişimciler, külahçılar ve terziler vardı. Yiyecek ve içecek gruplarında ise pek çok aşçı, bakkal, fırıncı, kasap, kebapçı çalışırdı. Kentteki es- naf grupları arasında sarraf ve kuyumcular da güçlü bir yer tutardı. Maden işleri ile uğraşan demirci ve bakırcılar da vardı.



Kentte ayrıca dokuma boyacılığı, araba üretimi, basmacılık, gülyağcılık ve sabunculuk gibi çok gelişmiş küçük işyerleri bulunmaktaydı. Bu işyerlerinin bir çoğunun çalışmalarını sürdürdüğü dükkânlar cadde veya sokakların üzerinde iki üç katlı binaların zeminlerindeydi. Bazıları da birer üst katları bulunan sıra dükkânlar biçimindeydi. Edirne’de vergi gelirlerinin bir kısmı vakıflara ayrılırdı.



YAŞAMIN RENKLERÎ



üsküdarlılarBatı’ya açılan kapı Edirne parlak dönemlerinde geçiş yolu üzerindeki konumuyla ve ticaretinin canlılığıyla Osmanlı’nın çok önemli merkezlerinden biriydi. Kentin önemi yalnızca onun ticari gücünden gelmiyordu. Bu kent, İstanbul’da etkisini göstermeye başlayan Batı çıkışlı sanat modalarını hemen benimseyip, Balkanlar’a yayılmasını sağlamak gibi bir görevi de üstlenmişti.



17. yy’da Edirne 350 bin nüfusu ile İstanbul, Paris ve Londra’dan sonra Avrupa’nın dördüncü büyük kentiydi. İmparatorluğun gerilemesi, geçirdiği büyük yangınlar (1745, 1751) ve özellikle 19. yy’da uğradığı işgaller (1829 ve 1878 Rus, 1913 Bulgar, 1920-1922 Yunan) kentin sosyal ve ekonomik dengelerini etkiledi. 1828-1829 Osmanlı- Rus savaşları sırasında Müslüman halkın çoğu göç etti. Onlardan boşalan yerlere köylerden Hıristiyanlar yerleştirildi.



Edirne’nin en neşeli insanları kuşkusuz her zaman Çingeneler oldu. Erkekleri kalay ve at arabacılığı işleri ile, kadınları ise genellikle bohçacılıkla uğraşırlardı. Müslüman nüfusun içinde sayılan Çingeneler, davul, zurna, klarnet, kanun, darbuka, def, ud ve cümbüş gibi enstrümanları kendilerine özgü bir tavırla ve yorumla çalarlardı.



19. yy sonlarında, Müslümanlar’ın nüfusu 79 bin, Rumlar’ın 77 bin, Ermeniler’in 5 bin, Bulgarlar’ın 32 bin, Yahudiler’in 9 bin civarındaydı.



Edirne Paşa Sancağı adı ile Rumeli Beylerbeyliği’ne bağlıydı. Tanzimattan sonra kurulan eyaletin merkezi oldu.



Er meydanı Kırkpınar



İnanılır ki, Kırkpınar adı kırk yiğidin adından gelir.



Bizans İmparatorları, kendi iç çekişmelerinde uzun seneler Aydın ve Saruhan Beyleri’ni kullanmış, ayaklanmalarını, taht kavgalarının başlangıçlarını hep onlarla bastırmıştı.



Aydın ve Saruhan Beyleri, bu iç çekişmelerde güçlerini Bizans’ın gereksinimi doğrultusunda kullanırken, Rumeli’deki baş kaldıran pekçok küçük Bizans kalesine ve kentine akınlar yapmışlardı. Önceleri Bizans’ın bütünlüğüne yardım için yaptıkları bu akınları, sonraları iyice alışkanlık haline getirmeye başladılar. Gücü yavaş yavaş Beyler’e kaptırdıklarını farket- meye başlayan Bizans İmparatoru, yeni kullanacak güç aramaya başladı. İmparator, Anadolu yarımadasında gün geçtikçe etkinlikleri artan Osmanoğulları’ndan Aydın ve Saruhan Beyleri’nin korkacaklarından emindi. Bu defa da Osmanoğulları’nı amaçları doğrultusunda kullanmayı tasarlayarak, onlardan yardım istedi.



Orhan Gazi de uzun zamandır Bizans İmparatoru’nun bu durumundan yararlanmayı kuruyordu. Orhan Gazi, daha önce Aydın ve Saruhan Beyleri gibi diğer Türk Beylikleri’nin de Bizans’a yardım için Rumeli taraflarına akınlar düzenleyip Bizans İmparatorları’nın durumunu kurtardıktan sonra tekrar Anadolu’ya döndüklerini biliyordu. Onun amacı ise farklıydı. Tüm istediği Rumeli yakasına ayak basarak, orada yerleşmek ve Osmanlı topraklarını büyütmekti.







Orhan Gazi, Süleyman Bey’in Rumeli yakasındaki Bizans kalelerinden birini baskınla ele geçirmek fikrini uygun gördü. Süleyman Bey, Çanakkale Boğazı’nı iki salla ve kırk yiğitle birlikte geçip, Rumeli’ye ulaştı. Sabaha karşı Kallipolis (Gelibolu) Kalesi’ni ele geçirdikten sonra, arkadan gelen diğer kuvvetlerle birlikte, Rumeli’nin büyük küçük kalelerine doğru yürümeye başladı.



Çanakkale Boğazı’nı ilk geçen kırk yiğit, Hadrianopolis’e doğru kuvvetlerin öncülüğünü üzerlerine aldılar. Bu kırk yiğidin her biri birer başpehlivan olduğundan, her konaklamada aralarında güreşirlerdi. Hadrianopolis civarındaki bir meraya geldiklerinde, pehlivanlar yine çayırlıkta güreşecek arkadaşlarını seçtiler. İçlerinden iki pehlivan Anadolu yakasındayken, sonuçlandıramadıkları bir güreşi Rumeli seferi için yarıda bırakmışlardı. Yemyeşil çayırın üzerinde güreşe tutuştuklarında Hıdırellez’di. Akşam karanlığı çöktüğü sıralarda sonuç hâlâ alınamamıştı.



Ortalık iyice kararırken iki pehlivan güreşmeye devam ettiler. Gece yarısına doğru ise dehşetli güreş iki kahramanın son nefeslerini vermeleriyle son buldu. Er meydanında can veren pehlivanları arkadaşları bu çayırlığa gömerek Hadrianopolis üzerine savaşa devam ettiler.



Aradan uzun bir zaman geçmiş Orhan Gazi’nin yerine I. Sultan Murad geçmişti ve Hadrianopolis artık Türkler’in Edirnesi olmuştu. Kırk yiğitten sağ kalanlar, iki pehlivanın çayırlıktaki mezarlarına birer taş yaptırmak istediler. Çayırlığa vardıklarında, iki pehlivanı gömdükleri incir ağacının altından billur gibi akıp giden kırk kaynaklı pınarı gördüler. İşte ilk Kırkpınar diye adlandırılan yer burasıydı.



I. Sultan Murad Edirne’yi başkent yaptıktan sonra bu kentte okçuların, ciritçilerin ve pehlivanların yetişmesi için bir güreşçiler tekkesi açtı. Kırkpınar güreşlerinin ilk yapıldığı yer, Edirne’nin altı saat batısında olup, bugün bu bölge sınırlarımızın dışinda kalmıştır.



Kırkpınar bir Türk atasözünün de kaynağı oldu. Hıdırellez başlamadan yaklaşık yirmi beş gün önce Kırkpınar Ağası, halkı güreşlere çağırmak için, yöredeki kent, kasaba ve köylerin kahvelerinin tavanlarına asılmak üzere, kırmızı dipli mumlar gönderirdi. Bu, özellikle çağrılıyorsunuz anlamını taşırdı. Bir yere gelmesi istenmeyen kişi, çağrılmadan oraya giderse söylenen; “Kırmızı dipli mumla mı çağrıldın” atasözü buradan kaynaklanmaktadır.



Hıdırellez’den yaklaşık on beş gün önce, köylüler tarafından Kırkpınar yakınına tezgah ve dükkânlar, meydanın etrafına da izleyiciler için çardaklar yapılmaya başlanırdı. Yakın yörelerden gelen esnaf ve satıcılar, hazırlanmış olan derme çatma dükkânlara ve tezgahlara yerleşirler ve satacakları yiyecek, içecek ve giyecekleri buralara yerleştirirlerdi. Meydanın etrafı köşkler, dükkânlar ve köylülerin yaptıkları gölgeliklerle dolardı.



Kırkpınar Ağası ise, Hıdırellez’den bir hafta önce Ağa Çadırı’nı, güreşçilerin ve misafirlerin çadırlarını meydanın etrafına kurdurmaya başlardı. Aynı zamanda yemek kazanları ve kaplar getirilir, aşçılar hazırlıklarına başlarlardı. Bütün bu hazırlıklar yaşanacak cümbüşün ve renkliliğin müjdecisi gibiydi.



Güreşler Hıdırellez’den üç gün önce başlar, günlerce süren bayram ve açık hava eğlenceleri içinde sürüp giderdi. Halkın saygı gösterdiği, güvendiği eski yaşlanmış pehlivanlardan iki üç tanesi, Ağa’nın çağrısıyla hakem olurlar ve Ağa ile birlikte, onun çadırından güreşleri izlerlerdi.



Birinci gün eğlencelere aynlır, son gün genellikle başaltı ve başpehlivanın güreşleri ile geçer, tüm karşılaşmalar Hıdırellez’in arifesinde akşamüstü sona ererdi.



Edirne kırmızısı ve Edirnekâri



edirne garTahta üzerine boya ile yapılan süslemeye Edirnekâri denirdi. Edirne’de 14. yy’dan başlayarak bu biçimde pek çok tavanlar, kapılar, dolap kanatlan, saatler, sandıklar, kalemlikler, raf lar ve çekmeceler bezendi. Aynca çekmecelerin içine de yaldızla tuğralar ve değişik bezemeler yapıldı.



Motifler doğaya dönük olup, çiçek, yaprak, meyvalardan oluşurdu. Bu süslemeler, boyalarının sağlamlığı ve ince işçilikleriyle dikkati çekerdi.



Edirnekâri süslemelerdeki motifler, 17. yy’a kadar tek tek çiçekler, minik buketlerden oluşurken, 18. yy’da bu çiçekler büyük buketler haline geldi veya vazolann içinde resmedildiler.



18. yy’da Edirnekâri, motif ve düzenleme olarak deri kitap kapaklarında da yer almaya başladı ve giderek yaygınlaştı.



Edirne’de yapılan lake ciltler de Edirnekâri adını almaya başladı. Bu ciltlerin üzerindeki nakış ve resiınler vernikle parlatılırdı. Edirne’de yapılan lak işleri de Edirne Lakı olarak anılmaya başlandı.



18. yy’da Edirne Türk Kırmızısı ya da Edirne Kırmızısı (Rouge d’Andrinople) diye adlandırılan boyacılığı ile büyük ün kazandı. Bu al rengi taşıyan pamuklu kumaşlar da Edirne Kırmızısı diye adlandınldı.



Edirnekâri, 19. yy’ın ortalanna kadar kullanıldı ve büyük ustalar yetişti.



Şenlikler



Edirne, 16. yy’a kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun kent şenliklerini yaptığı tek yerdi. Bu yüzyılın başından başlayarak şenlik kenti İstanbul oldu. Böyle olmakla birlikte, IV. Meh- med’in 1675′de Edirne’de şenlik düzenlettiği bilinmektedir.



Bu kentte ilk şenlik II. Murad’ın Düzmece Mustafa’yı yakalayıp öldürttüğü olay sonrasında yapıldı. II. Murad, Edirne’de Şehzadeleri Alaeddin ile Mehmed’in görkemli sünnet düğünleri şenliklerini de burada yaptırdı. 1444′de yine II. Murad, Ramazan Bayramı nedeniyle üç gün üç gece spor gösterilerinin ağırlıkta olduğu şenlikler düzenletti. 1450′deki ise, Sultan’ın oğlu Şehzade Mehmed’in Sitti Hatun’la evlenmesi nedeniyle yapılan ve yaklaşık üç ay süren şenlikti.





selimiye



1457′de Fatih Sultan Mehmed’in şehzadeleri Bayezid ve Mustafa’nın sünnet düğünü şenliklerinde, spor gösterilerinin yanısıra, bilim adamlarının sohbet ve tartışmalan da yapıldı.



Bunlardan başka, 1472′de Cem Sultan ile Şehzade Abdullah’ın sünnet düğünlerinde ve 1480′de şehzadeler, Selim, Şehinşah, Mahmud, Âlem, Korkud, Ahmet ve Oğuz Han’ın sünnetlerinde şenlikler yapıldı.



Şenliklerin en unutulmazı kuşkusuz, başkent İstanbul olmasına karşın Edirne’den ayrılamayan IV. Mehmed’in (Avcı Mehmed) 1674 yılında yaptırdığı şenlik oldu. 1674′de on iki yaşında olan şehzadesi Mustafa (sonradan Sultan II. Mustafa) ve iki yaşındaki şehzadesi Ahmed’in (sonradan Sultan III. Ahmed) sünnet düğününün arkasından, on yedi yaşındaki kızı Hatice Sultan ile vezir ve müsahib Mustafa Paşa’nın evlenme düğünleri yapıldı. Ziyafet ve şenliklerle on altı gün süren sünnet düğünü ve on dokuz gün süren evlenme düğünü, Edirne kentinin tarih sayfalarına güzel anılar ekledi.



selimiye camiBu şenliklerin hazırlıkları altı ay öncesinden başladı. Geçit törenindeki nahıllar, yapma bahçeler, şekerlerden yapılmış hayvan heykelleri.göz kamaştırıcıydı. Seyirlik oyunlarında ise, cambazlar, yılan oynatanlar, gölge oyuncuları, kuklacılar, gözbağcılar bütün hünerlerini gösterdiler. At yarışları, ok atıcılığı, cirit, kılıç ve güreş karşılaşmaları da günlerce sürdü.



18. yy’dan başlayarak bütün kentlerde kır gezinti alanlan ve çayırlar halkın eğlencesi için açıktı. Edirne’de ise, Meriç boyunca uzanan meyva ve sebze bahçeleri, geceleri buralara gelen halkla neşelenip renklenerek bir gezinti yerine dönüşür, Meriç’in çağıldayan sularına, insan seslerinin cıvıltıları katılırdı.


ELAZIĞ












ELAZIĞ




YÜZÖLÇÜMÜ: 9.881 km²




NÜFUS: 558.556 (2011)




İL TRAFİK NO: 23




İLÇELER: Elazığ (merkez), Ağın, Arıcak, Baskil, Karakoçan, Keban, Kovancılar, Maden, Palu, Sivrice.




İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Zafran Orman İçi Dinlenme Yeri, Hazar Gölü ile Keban Baraj Gölü Kıyıları, Harput, Hestek ve Palu Kaleleri, Meryem Ana Kilisesi ve Surp Kevors Manastırı, Yusuf Ziya Paşa Külliyesi, Harput ve Palu Ulucamileri, Esadiye (Aslanlı), Sârâ Hatun, Kurşunlu, Ağa, Ahmed Bey ve Merkez Camileri, Hacı İbrahim Şah ve Vakıf Han da denen Denizli Kervansarayları, IV.Murad Hanı, Karamara Köprüsü, Ahi Musa, Cemşid Bey Mescitleri ve Türbeleri, Alacalı Mescit, Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi ile Harput Müzesi.







İl Kültür Müdürlüğü




Tel: (424) 218 26 03

Faks: (424) 218 65 72




Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Müdürlüğü




Adres: İstasyon Cad.,

Devlet Tiyatrosu Binası – Elazığ

Koro Tel: (0 424) 233 07 64




Müze




Elazığ Müzesi




Adres: Fırat Üniversitesi Kampüsü – Elazığ

Tel: (424) 212 24 03




Örenyeri




Harput – Merkez

Eski Palu – Palu İlçesi




Önemli Günler




Mahalli Kutlama Günleri:




Atatürk’ün Elazığ’a Teşrifleri

Elazığ

17 Kasım




Şenlikler:




Sivrice Göl Şenlikleri

Sivrice

21-23 Temmuz




Ağın Şenliği

Ağın

21-23 Temmuz




Lebleli Şenliği

Ağın

5-7 Ağustos







GENEL BİLGİLER




Elazığ ili, Doğu Anadolu Bölgesinin güneybatısında, Yukarı Fırat Bölümünde yer almaktadır. 9153 Km2 yi bulan yüzölçümü ile Türkiye topraklarının % 0 12 ni oluşturmaktadır. İl, doğudan Bingöl, kuzeyden (Keban Baraj Gölü aracılığı ile) Tunceli, batı ve güney batıdan (Karakaya Baraj Gölü aracılığıyla) Malatya, güneyden ise Diyarbakır illerinin arazileri ile çevrilidir. İl, merkez ilçe ile birlikte 11 ilçe, 537 köy ve 709 mezra yerleşmesinden oluşmaktadır.




İLÇELER




Elazığ ilinin ilçeleri; Ağın, Akçakaya, Arıcak, Baskil, Karakoçan, Keban, Kovancılar, Maden, Palu ve Sivrice’dir.




Müzeler ve Örenyerleri




Elazığ Müzeleri Adres: Fırat Üniversitesi Kampüsü – Elazığ

Tel: (424) 212 24 03




Örenyerleri




Harput – Merkez

Eski Palu – Palu İlçesi




Kaleler




Harput Kalesi (Süt Kalesi)

Tarihi Harput şehrinin güneydoğusunda, Elazığ ovasına egemen bir konumda bulunan kalenin Urartular döneminde inşa edildiği bilinmektedir. Kalenin Roma, Bizans ve Arapların eline geçtiği tarihi belgelerde mevcuttur.Kale hakkında çeşitli efsaneler anlatılmaktadır.




Bir rivayete göre kalenin yapımı sırasında harcın hazırlanması sırasında su yerine süt kullanıldığı, bu nedenle Harput Kalesi’nin bir adının da Süt Kalesi olduğu söylenmektedir.




Camiler ve Kiliseler




Ulu Cami

Harput’ta Artuklu hükümdarı Fahrettin Karaslan tarafından M. 1156-1157 yılında yaptırılan cami, Anadolu’daki en eski ve en önemli yapılardan birisidir.




Kurşunlu Cami

Harput’ta Osmanlı devri camilerinin en güzel örneğidir.




Sara Hatun Cami

Akkoyunlu hükümdarı Bahadır Han’ın annesi Sara Hatun tarafından 15′inci yüzyılda yaptırılmıştır. Minberi taş işçiliğinin güzel örneklerindendir. Bir külliye halinde inşa edilmesine rağmen bugün yalnızca cami kısmı mevcuttur.




Meryem Ana Kilisesi

Harput Kalesi’nin sol tarafında yer alır. İnşa tarihi M.S. 179′dur. Bu kilise Kızıl Kilise, Süryani Kilisesi ve Yakubi Kilisesi adlarıyla da anılmaktadır.




Kaplıcalar




Karakoçan Kolan Kaplıcası

Karakoçan İlçesine 18 km. uzaklıkta bulunan Kolan Kaplıcası Peri Çayının güney kıyısındadır. Saniyede 5 litre kaynayan suyun sıcaklığı 60 o C dir. İçmece ve su banyosu şeklinde kullanılmaktadır. Kaplıca suyu özellikle mide, bağırsak, karaciğer, safrakesesi, kadın hastalıkları, cilt hastalıkları ve romatizmal hastalıklara olumlu etki yapmaktadır.







Harput Dabakhane Suyu




Üç kurnası mevcut olup kurnalar birbirleriyle ilişkilidir. Kurnalar içerisindeki sular sürekli yenilenmektedir. Sıcaklığı 5o C olan su renksiz, kokusuz, berrak, içme suyu kriterine uygun olup, iletkenliği 410 mg. ve PH 7.9 dur. İçerisinde sodyum, potasyum, karbonat, sülfat, klorür, iyodür, amonyak, nitrat ve nitrit bulunur. Dabakhane suyunun, mide, bağırsak, karaciğer, hastalıkları ile ruhi depresyonlara iyi geldiği bilinmektedir.




NE YENİR




Elazığ-Harput mutfağı yörenin özelliklerine bağlı olarak çok büyük çeşitlilik ve zenginlik gösterir. İlin kendine has ve kendi ismiyle anılan pek çok yemeği vardır. Bu yemekler ülkemizin bir çok yöresinde Elazığ yemeği olarak yapılmaktadır. Kellecoş, işgene, Harput köfte, taş ekmeği, peynir ekmek, fodula, gömme, ufalama, söğürtme, ışkın, pirpirim, hesüde, gaygana, pestilli yumurta, dolangel, kalbur hurması, dilber dudağı, Elazığ’a has yemek ve tatlılardan bir kaçını örnek olarak verebiliriz.




NE ALINIR




Yanınızda rahatça taşıyabileceğiniz yöreye ait üzüm ve cevizden yapılan orcik ve pestil, dut unu, orcik şekeri, çeden kahvesi veya lezzetli Bozbağ şaraplarından, el sanatları ürünleri, iğne oyaları, yerel halılar, kilimler, bakır veya yemenilere bakmadan hatta almadan dönmeyin.




YAPMADAN DÖNME




Tarihi M.Ö. 2000 ‘li yıllara uzanan Tarihi Harput şehrini görmeden,

Doğa harikası Hazar Gölü ve Buzluk Mağaralarını gezmeden,

Fırat’ın gerdanlığı olan Keban Barajı ile Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi görmeden,




Yörede üretilen üzümlerden yapılan Buzbağ Şarabı almadan,

Orcik ve pestil ile çedene kahvesi almadan,

…Dönmeyin.







Antik Harput yerleşim alanı, bir açık hava müzesi gibidir.Müzesi, kalesi, camileri ve Buzluk Mağarasıyla görülmeye değer bir turizm merkezidir.




Tarihçe:Mevcut tarihi kaynaklara göre Harput’un en eski sakinleri M.Ö.2000 yıllarından itibaren Doğu Anadolu’ya yerleşen Hurrilerdir.Hurrilerden sonra bölge Hitit hakimiyeti altına girmiştir.Çok uzun sürmeyen Hitit hakimiyetinden sonra M.Ö. 9. Asırdan itibaren Doğu Anadolu’da devlet kuran Urartular Harput’ta uzun süre hüküm sürmüştür.




Harput ve çevresi,1085 yılında Türklerin eline geçmiştir.Bundan sonra İlhanlıların Dulkadiroğulları’nın, Akkoyunluların,Safevilerin eline geçmiş ve nihayet 1516 yılında Çaldıran muharebesinden sonra Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir.




İklim: Harput’ da karasal iklim egemen olup, kışlar soğuk ve yağışlı, yazlar ise sıcak ve kurak geçmektedir.




HARPUT KALESİ (SÜT KALESİ)




Tarihi Harput şehrinin güneydoğusunda, Elazığ ovasına egemen bir konumda bulunan kalenin Urartular döneminde inşa edildiği bilinmektedir. Kalenin Roma Bizans ve Arapların eline geçtiği tarihi belgelerde mevcuttur. Kale çeşitli dönemlerde onarım görmüştür. Dikdörtgen planlı kale, iç kale ve dış kale olmak üzere iki bölümden yapılmıştır. Görkemli burçları halen ayaktadır.




Kale hakkında çeşitli efsaneler anlatılmaktadır. Bir rivayete göre kalenin yapımı sırasında harcın hazırlanması sırasında su yerine süt kullanıldığı, bu nedenle Harput kalesinin bir adınında Süt Kalesi olduğu söylenmektedir.





HARPUT CAMİLERİ




Ulu Camii: Harputta Artuklu Hükümdarı Fahrettin Karaslan Tarafından M 1156-1157 yılında yaptırılan camii, Anadoludaki en eski ve en önemli yapılardan birisidir.




Kurşunlu Camii: Hartputta Osmanlı devri camilerinin en güzel örneğidir.




Alacalı Camii: Harputta Kitapçıgil Parkının girişinde bulunan camide çeşitli yapı devirlerinin izleri görülmektedir. Artukoğulları döneminde inşa edilen cami küçük ebatta dikdörtgen planlıdır.

Ağa Camii: Harputa girişte ana yolun solunda yer alan camiinin kubbesi çökmüş olup, yalnızca zarif minaresi ayaktadır. Harput müzesindeki kitabesine göre 1559 yılında Pervane Ağa tarafından inşa edilmiştir.








ERZİNCAN














ERZİNCAN



YÜZÖLÇÜMÜ: 11.974 km²erzincan barajı



NÜFUS: 215.277 (2011)



İL TRAFİK NO: 24



İLÇELER: Erzincan (merkez), Çayırlı, İliç, Kemah, Kemaliye, Refahiye, Tercan, Üzümlü.



İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Erzincan Ilıcası ve Ekşisu, Erzincan, Kemah, Şirinli Kaleleri, Koyun Biçimli Mezar Anıtları, Taşdibi, Meryem Ana, İsa Voriç ve Vank Kiliseleri, Gülabi Bey Camisi, Tugay Hatun, Melik Gazi, Behram Şah, Gülcü Baba ve Mama Hatun Kümbetleri, Bey, Çadırcı, Gülabi Bey Hamamları, Mama Hatun Kervansarayı, Kötür Köprüsü.



İl Kültür Müdürlüğü



Tel: (446) 214 30 79

Faks: (446) 214 80 22



Kültür Merkezleri



Opera, bale, tiyatro gibi etkinliklere yönelik 550 kişilik Salon

Sergi Salonu

Kütüphane

150 kişilik Sinema Salonu

Sanat İşlikleri



Yazışma Adresi: Kültür Merkezi Müdürlüğü

Atatürk Mah. 126. Sok. No:1 – Erzincan

Tel: (446) 223 55 38

Faks: (446) 214 80 22



Müze



Erzincan Müzesi



Adres: Hükümet Cad. No:56 – Erzincan

Tel: (446) 214 80 21



Önemli Günler



Mahalli Kutlama Günleri:



Atatürk’ün Erzincan’a Gelişi

Erzincan

1 Temmuz



Festivaller:



Bal Festivali

Refahiye

5-6 Ağustos



Panayırlar:



Kuzu Kırkımı

Koçgar (Kemah)

2 Ağustos



Kurtuluş Günleri:



Erzincan’ın Kurtuluşu

Erzincan

13 Şubat





GENEL BİLGİLER



Doğu Anadolu Bölgesi’nde Fırat’ın yukarı kısmında yer alan Erzincan, Anadolu’nun en eski kültür merkezlerinden birisidir. Tarihi ipek yolu güzergahında yer alan kent Hitit, Urartu, Med, Pers, Hellen, Roma egemenliğinde kalmış, Malazgirt Zaferinden sonra Türk ve Osmanlı hakimiyetine geçmiştir. Erzincan kültürel zenginliği kadar doğal güzellikleri, coğrafyası, mutfağı ve alışveriş olanakları ile tam bir turizm cennetidir.






İLÇELER:



Erzincan ilinin ilçeleri; Çayırlı, İliç, Kemah, Kemaliye, Otlukbeli, Refatiye, Trecan ve Üzümlü’dür.



Müzeler ve



Erzincan Müzesi



Adres: Hükümet Cad. No:56 – Erzincan

Tel: (446) 214 80 21



Örenyerleri



Altıntepe: Şehir merkezine 15 km. uzaklıkta, Erzincan-Erzurum karayolunun 100 m. kuzeyinde yer almaktadır. Günümüze kadar ulaşabilmiş en sağlam Urartu şehirlerinden birisidir. 1959 yılında yapılan bilimsel kazı ve araştırmalarda iç içe iki kale duvarı ile korunan tapınak – saray kompleksi, mezarlar, konutlar ve çok sayıda arkeolojik eserler ortaya çıkarılmıştır.



Höyükte bulunan ve MÖ. 8. yüzyıla ait eserler arasında, fildişi ve madeni eşyalar, miğfer ve kalkanlar, seramikler ve duvar resimleri bulunmaktadır. Çivi yazılı tunç eşyada, kral adları bulunmuştur. Urartu sanatının parlak dönemine ait yüksek düzeyli eserler Ankara Anadolu



Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir. Altıntepe buluntularında tanrı, insan, hayvan figür ve motifleri önemli yer tutmaktadır. Altıntepe kalıntıları, tapınak-saray kompleksi, sütunlu kabul salonu, açık hava tapınağı, üç adet mezar ve depo binasından oluşmaktadır.



Kaleler



Kemah Kalesi: Anadolu’nun en eski ve tabii kalelerinden biri olan Kemah Kalesinin kuruluşu, Hitit-Urartu dönemine kadar uzanmaktadır. Sarp kayalar üzerinde kurulu olan Kalenin, iç içe iki yapısı olup, çevresi surlarla çevrilidir.



Mağaralar



Buz Mağaraları: Kemah ilçesinin Ayranpınar köyündedir. Mağaranın içinde büyük buz kütleleri ve buzların oluşturduğu sarkıt ve dikitler bulunmaktadır.



Ala Mağarası: Kemaliye ilçesinin kuzeydoğusunda bulunan mağaranın içinde dehliz ve kanallar bulunmaktadır.



Köroğlu Mağarası: Refahiye ilçesinin Altköy mevkiinde bulunan mağaraya taş merdivenlerle çıkılmaktadır.



NE YENİR?



Yöre mutfağı yemek türleri bakımından zengindir. Bunların çoğunluğunu hamur işleri oluşturur. Eşgili, kesme çorba (un çorbası) yaprak sarma başlıca yemek türleridir. Ayrıca su böreği ve özellikle kete ve tatlılar çokça tüketilen hamur işleridir.



NE ALINIR?



El bakırcılığı (semaver, tepsi, biblo, duvar tabağı, şekerlik, vazo gibi anı ve süs eşyası), halı dokumacılığı Erzincan’dan alınabilecek özgün hediyelik eşyalardır.

Erzincan tava leblebisi ile Erzincan Tulum Peynirinin Erzincan’da yapılacak alışverişlerde alınması tavsiye edilir.



YAPMADAN DÖNME

Altıntepe şehir kalıntılarını gezmeden,

Mama Hatun Kervansarayını, Terzi Baba Türbesini ve Kemah Kalesini görmeden,



Erzincan Girlevik Şelalesinin karşısında de alabalık yemeden,

Esentepe’den şehrin görünümü izlenmeden,

Ekşisu mesire alanında kaynağından maden suyu içip, doğal jakuziye girmeden,



Erzincan bakır el sanatları ve Erzincan tava leblebisi ile Erzincan Tulum Peyniri almadan

…Dönmeyin.



TARİHİ



Anadolu’da M.Ö. 1050- 1180 tarihleri arasında Hattuşaş’ı merkez yaparak büyük bir imparatorluk kuran Hitit’ler yakın doğuyu egemenlikleri altına almışlardır. Şüphesiz ki Erzincan’da Hititler’in yönetimi altında idi. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yapılan kazılarda Hititlere ait çeşitli eserler ortaya çıkarılmıştır. Erzincan ve yöresinde Hititler’e ait bir yerleşim merkezine rastlanmamışsa da, bu yörenin Hitit egemenliği altında kaldığından da hiç şüphe yoktur.



Doğu Anadolu’da kurulan ilkçağ devletlerinden biri de Urartular’dır. M.Ö.900 yıllarında kurulan bu devlet Van’ı (Tuspa) başkent yapmış, sınırlarını Hazar Denizinden Malatya‘ya, kuzeyde Erzurum-Erzincan’dan güneyde Halep-Musul’a kadar genişletmiştir.



Erzincan yakınlarında Altıntepe’de Prof Dr. Tahsin ÖZGÜÇ tarafından yapılan kazıda (1953) Urartular’a ait bir çok eser çıkarılmış, bu yörenin Urartu egemenliği altında kaldığı kanıtlanmıştır.



Çeşitli saldırılara maruz kalan Urartu şehirleri, teker teker tahrip edilirken Medler’in Anadolu’yu istilası sırasında M.Ö. 600 yıllarında tamamen ortadan kaldırılmıştır. Erzincan ve yöresi, Urartular’ı yenerek Anadolu’yu istilaya başlayan Med’lerin (M.Ö. 612) eline geçti. Med Krallığı’nın Kyaksar döneminde Lidyalılar’la yapılan savaşlar, muhtemelen Erzincan ve civarında cereyan etmiştir. Bu yöreler M.Ö.550 tarihlerinde Persler’in eline geçmiştir.



Hititler’in Anadolu’yu istila ettikleri sırada, İran yaylasını da Persler ele geçirdiler. Persler’in yükselişi daha çok Ciroz (550-530), Kampis (530-520) dönemlerine raslar. Bu dönemde Erzincan ve çevresinde Persler’in eline geçer. Persler’den sonra Anadolu Makendonyalılar’ın eline geçmiştir.



Roma ordusu M.Ö.70 tarihinde Doğu Anadolu’yu ele geçirmeye başlıyarak Elazığ yöresindeki Safen (Harput) Kralığı’nı yıktıktan sonra, Tigran Ordusunu da yenilgiye uğratmıştır. Bu sırada (M.Ö. 68) Pontuslular da Erzincan yörelerinde Roma üstünlüğüne son vermişlerdir. İran ile Bizans arasında sürekli savaşlara sahne olan Erzincan ve yöresi, en son Bizans imparatoru Heraklius tarafından 629 tarihinde yenilgiye uğratılan İran’dan geri alındı.



Halife Hz. Osman (644-656) zamanında Habib bin Mesleme 35/655 senesinde Erzincan ve yöresini ele geçirerek, bu bölgeyi tamamen Müslümanların yönetimine kattı. Erzincan ve yöresi Abbasiler döneminde de çeşitli saldırılara maruz kaldı. Halife Mütevekkil Alallah (847-861) döneminde Malatya Valisi Ömer bin Abdullah, Arapgir, Eğin, Kemah, Erzincan ve Trabzon kentlerini Bizanslılar’dan geri aldı. (859) Böylece Erzincan tekrar Arapların hakimiyetine geçti.



Türklerin Anadolu’ya akınlar yaptığını daha önce belirtmiştik. Fakat, Türklerin Anadolu’yu vatan edinmeleri genel kanaate göre Malazgirt (1071) zaferinden sonradır. Malazgirt zaferi kazanılınca Alparslan, Karasu ve Çatlı nehirleri vadilerinin fethine Mengücek Ahmet Gazi’yi görevlendirmiştir.



Alparslan’ın komutanlarından olan Mengücek Ahmet Gazi, Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar yörelerini hakimiyeti altına aldı. Kemah’ı merkez yaptı. Ahmet Gazi’nin ölümü üzerine (1114) yerine oğlu İshak Bey geçti. Bu beyliği uzun süre yöneten İshak Bey ölünce (1124) yerine Melih Mahmut geçti. İshak Beyin oğulları onu tanımayınca, Mengücek devleti parçalandı. Kemah Melih Mahmut’a Erzincan Davut Şah’a, Divriği’de Süleyman Şah’a düştü. Davut şah’ın öldürülmesi üzerine (1151) Erzincan’a 13 yıl Süleyman Şah’a sahip olmuş; Davut Şah’ın oğlu Fahrettin Behram Şah (1165) yılında babasının tahtında oturunca, Mengücek Beyliği tekrar güçlenmiştir. Fahrettin Behram Şah, Kılıçarslan’ın damadı olması da göz önünde bulundurulursa, Mengücek Selçuklu münasebeti daha iyi anlaşılır.



Behram Şah zamanında, Erzincan çok ilerlemiş, ticaret ve sanayi gelişmiştir. Zelzeleler sebebi ile o dönem ait eserler maalesef günümüze ulaşmamıştır. Behram Şah 1225 tarihinde Erzincan’da ölmüş, aşağı Urla (Ula) köyünde defnedilmiştir.



Behram Şah ölünce yerine oğlu Davut Şah geçti. 1228 tarihinde Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubat Erzincan ve Kemah’ı işgal ederek Mengücek Beyliğine son verdi. Alaaddin Keykubat ile Celalettin Harzem Şah arasında Erzincan yakınlarında, Yassı-Çemen denilen yerde 1230 tarihinde savaş oldu ve Celalettin Harzem Şah yenildi. Alaattin Keykubat’ın ölümü (1237) üzerine, yerine oğlu II. Gıyasettin Keyhüsrev geçti. Onun zamanında devlet Moğolların istilasına uğradı. 1240 tarihinde Erzurum’u işgal eden Moğollar Erzincan’ı geçerek 1243 tarihinde Kösedağ savaşında Anadolu Selçuklu Devletini hezimete uğrattı. Böylece Erzincan ve yöresi İlhanlıların eline geçti. İlhanlılar yöreyi beylerle (Vali) yönettiler. Timur-Taş Bey Mısır’a kaçarken yerine Alaaddin Eretna’yi bıraktı.



Timur-Taş’ın Mısır’a sığınmasından sonra valiliğe gelen Alaaddin Eretna ilhanlı hükümdarı Ebu Sait Bahadır Han’ın ölümü (1335) üzerine İlhanlılarla olan bağını keserek görünüşte Celayırlı Hükümdarı Büyük Şeyh Hasan Han’a bağlı kalarak bağımsızlığını ilan etti.



Bir ara Çoban Oğulları Hükümdarı Küçük Şeyh Hasan, Erzincan ve yöresi kendi beyliğine kattıysa da 1338’de Memluk Sultan Nasreddin Muhammed’in yardımı ile Erzincan ve yöresi Küçük Şeyh Hasan’dan kurtuldu. Erzincan bu beylik döneminde de el değişmiştir. Alaaddin Eratna 1352’de öldükten sonra yerine oğlu Gıyasettin Mehmet getirildi. Çıkan anlaşmazlıklar sonunda Erzincan bağımsız olarak, Burak Bey’e bırakıldı. Sırası ile Ahi Ayna Bey (öl. 1362), Pir Hüseyin (öl. 1379), Mutahhareten Bey yönetimi ele aldı. Mutahhareten döneminde, Kadı Burhanettin Erzincan’a ve yöresine birkaç kez saldırı düzenledi. Bu saldırılar Akkoyunlu Hükümdarı Kutlu Bey’in yardımı ile atlatıldı.



Bu dönemde Erzincan üzerinde Akkoyunlular’ın etkisini görmekteyiz.



Erzincan Emiri Mutahhareten’in Timur’a bağlanması Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt’ı kızdırmıştı. Beyazıt da Erzincan’ı muhasara etti.(1401) Fakat çok geçmeden Ankara Savaşı patlak verince, yöre tekrar Timur’un eline geçti.(1402)



Yörede Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar Osmanlılar etkili olamadılar. 1419’da 1. Mehmet zamanında Karakoyunlu Beyi Kara Yusuf Erzincan’ı zapt etti Pir Ömer’i vali tayin etti.



1455’de de, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Erzincan’ı aldı. Kaleyi yeniden onardı. Yöre Fatih ile Uzun Hasan arasında çıkan Otlukbeli savaşına kadar (11 Ağustos 1473) Akkoyunların elinden kaldı.



Bu savaştan sonra Osmanlıların denetimine geçti.



1502 tarihinde Safevi tahtına gecen Şah İsmail Erzincan’ı karargah yapmıştı. Anadolu’yu eline geçirmek isteyen Safeviler’e Yavuz Sultan Selim 23 Ağustos 1514’te Çaldıran Savaşıy’la dur deyince, Erzincan tekrar Osmanlılar’ın yönetimine geçti.



Kanuni Sultan Süleyman 1534‘te Tebriz Seferi, 1540’da İran Seferi sırasında Erzincan’a uğramıştır.



Birinci dünya savaşından 11 Temmuz 1916 tarihinde Ruslar tarafından şehir işgal edilmiş, bunu fırsat bilen ayrılıkçı Ermeniler’de silahlı birlikler oluşturarak faaliyete geçmişlerdir. 18 Aralık 1917 de Sovyet hükümeti ile yapılan Erzincan Mütarekesi ile 11 Ocak 1918 de rus askerleri bölgeden çekilmiş ancak, ermeni çeteleribir çok kanlı olaya neden olmuştur. Kazım Kara Bekir komutasındaki askeri birlikler 13 Şubat 1918 de Erzincan’ı 22 Şubat 1918 de Tercan’ı ermeni silahlı güçlerinden kurtarmışlardır. Kurtuluş savaşında ve hareketli geçen Cumhuriyetin ilk yıllarında Erzincan halkı Büyük Atatürk’ün yanında olmuştur.



Kentin adının “Eriza” veya “Aziriz” kelimelerinden geldiği, ilk önce “Erziricin” daha sonrada bugün ifade edildiği şekilde “Erzincan” a dönüştüğü rivayet edilmektedir.



1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ili olan Erzincan, 1939’da şiddetli depreme maruz kalmış, şehir harabeye dönmüştür. Şehirde taş taş üstünde kalmamış, onbinlerce insan hayatını kaybetmiştir. Depremden sonra demiryolundan yukarı yeni bir şehir inşaatına başlanarak bugünkü Erzincan şehri meydana getirilmiştir.





Kültür ve Turizm

Erzincan, Doğu Anadolu Bölgesinde tarihi İpek Yolu üzerinde kurulmuş önemli bir yerleşim yeridir. Tunç Çağından beri yerleşim yeri olduğu tespit edilen Erzincan’da; Urartu, Med, Pers, Hellen, Roma, Bizans, Selçuklu, ve Osmanlı medeniyetlerinin izlerini görmek mümkündür.



Bu gün özellikle Urartu-Hitit döneminden kalan şehir kalıntıları, kaleler, Selçuklu ve Osmanlı döneminden kalan camiler, çeşmeler, köprüler, kervansaraylar ilin kültürel yapısına ışık tutmaktadır.



Erzincan, kültürel yapısı yanında turizm için doğal güzellikleri ile de önem taşımaktadır. Yaylaları, dağları, akarsuları, gölleri ve doğal ormanları yörenin doğal güzelliğine renk katmaktadır. Bu doğa ortamı Erzincan’da bir takım sporların yapılmasına da imkan sağlamıştır. Munzur Dağlarındaki doğal göllere ve yaylara yürüyüş, Fırat’ta rafting , yamaç paraşütü, kampçılık, kaya tırmanışı, kano sporu, camel trophy, Tercan ve Erzincan barajlarında su kayağı ve kış sporları gibi doğal sporların yanında cirit sporu da Erzincan’da başarı ile sürdürülmektedir.



İlin kültür varlıkları, spor ve doğal güzellikleri turizm potansiyelini oluşturmaktadır. Etrafında dağları, ortasında bağları ve şehircilik alanında örnek uygulamaları ile görülmeye değer güzelliktedir. Bu doğal güzelliği sosyal, kültürel ve endüstriyel tesislerle de süslemek Erzincan’ı daha da ileriye götürecektir.



Doğal Kaynaklar



İl, coğrafi yapısı itibariyle genel olarak kış sporları, su sporları ve doğal güzellikleri olan mesire alanları ile de turizm için çok yönlü özellikler taşımaktadır.



Erzincan kış turizmi için uygun iklim özelliklerine sahiptir. Dağ sporlarının yapılacağı 3.500 metre yüksekliğinde dağlar bulunmaktadır. Erzincan Baraj Gölü ve Tercan Baraj Gölünde su sporları yapılmaktadır. Karasu Nehrinde rafting, Küçük Çakırman Köyünde yamaç paraşütü, Esence Yedi Göllerde doğa yürüyüşü ve dağ bisikleti , kaya tırmanışı, kayak, dağ kampları, şelale buzul tırmanışı,cirit ve camel trophy diğer turizm aktivitelerini oluşturmaktadır.



İlin turizm potansiyelleri çeşitli turizm kullanımları açısından bakıldığında çeşitlilik göstermektedir. Doğal mesire alanları, Girlevik Şelalesi, Bayırbağ-Değirmen önü, Pahnik Çayı ve çevresi Karakaya-Çermik, Ekşisu, Beytahtı,Mecidiye, Tercan ve Erzincan Baraj Gölü çevresi, Kemah Soğuksular gibi mesire alanları doğal güzellikleri oluşturmaktadır.



Tarihi eserlerden Tercan Mama hatun Kervansarayı ve Türbesi, Kemah Kalesi ve Sultan Melik Türbesi, Altıntepe Urartu kalıntısı, Erzincan Kalesi, tarihi hamamlar önem taşımaktadır



Yaylalar



Dumanlı Yaylası, Refahiye ilçe merkezinin hemen üzerinden başlayıp , güneye doğru uzanan bir alan içerisindedir. Çam ormanlarıyla kaplıdır. Doğal güzelliği, temiz havası, bol soğuk su kaynakları, av hayvanları ve kamp imkanları ile yaz ve kış turizmine açıktır. Ayrıca; Esence Yedigöller, Ergan Dağı üzerinde Melenkoç Yaylası, Bayırbağ Çamlık ve Soğanlı Yaylaları bulunmaktadır. Her yıl Esence Dağı ve Yedigöllere dağ tırmanışı yapılmaktadır. Bayırbağ Tekçam yaylasına yürüyüş ve kamp, Yaylabaşı Ardıçlı gölü mevkiinde yürüyüş ve kaya tırmanışı ve tüm izcilik faaliyetleri yapılmaktadır.



Su Kaynakları



Erzincan ili su kaynakları bakımından son derece zengindir. Fırat’ın en önemli iki kolundan biri olan Karasu nehri, Erzincan arazisini diyagonal olarak Kuzey Doğudan Güney Batıya doğru keser ve kuzeydeki Keşiş dağları ile Güneyindeki Munzur Dağlarını bir çizgiyle birbirinden ayırır. İlin doğu ucundaki Tercan vadisinde, Keşiş dağlarından aşağıya akan Çayırlı çayı, Erzincan vadisinde Mercan, Kom, Pahnik, Sürperen ve Çardaklı çayları, Fırat’ın Karasu kolunu besleyen önemli çaylardır.



Erzincan’ da bulunan göller; Çayırlı ilçesi içinde bulunan Yedigöller Aygır gölü, Kemaliye ilçesindeki Kadı gölü ile Munzur gölü, Erzincan Baraj Gölü ve Tercan Baraj gölüdür. İlin su kaynakları, dağ zirveleri ve gölleri açısından bu denli zengin olması rafting su sporları, yamaç paraşütü ve kayak turizmini içine alan zengin bir kış ve dağ turizmi potansiyelinin oluşmasına neden olmaktadır.



Son yılların en çok ilgi gören alternatif doğa sporu olan rafting için değişken fakat her mevsim yeterli debisi ile ve farklı rapitleri ile Fırat nehri en uygun özellikleri taşımaktadır. Nisan ve mayıs aylarında Avrupanın en zor parkurlarından birini oluşturan Fırat, tamamen doğal ortamda tabiatla mücadele zevkini en yüksek düzeyde yaşamayı tercih edenler için eşsiz bir olanak sağlar. 6 ve 10 kişilik raftlar ve tüm emniyet ekipmanı deneyimli rehberler eşliğinde gerçekleştirilen turlar doğa tutkunlarının ilgisini çekmektedir.



Rafting ve kano parkuruna ulaşım kolay olup, Erzurum-Erzincan karayolu üzerindedir. Erzincan İl merkezine 40 km mesafede Fırat nehrinin bir kolu olan Karasu üzerinde, Sansa deresinde rafting sporu yapılmaktadır.



Erzincan havaalanına 10 dakikalık mesafede, Fırat nehri üzerindeki Erzincan Göyne Barajı, Mertekli Gölü ve Tercan Baraj Gölü, bu spor için amatör ve profesyonel standartlarda ideal durgun su ortamlarıdır. Bu sularda olta, ağ (serpme) balık avcılığı yapılmaktadır.



Fauna



Erzincan ili, av kaynakları ve av türü bakımından zengindir. İlin uygun iklim özellikleri ve doğal ortamları alabalık, yaban keçisi, ayı, domuz, porsuk, sansar, su samuru, tavşan, keklik, yaban ördeği gibi av hayvanlarının yaşamasını sağlamaktadır.



Kemah, Kemaliye ve Refahiye ilçelerinde dağ keçisi, porsuk, ayı, vaşak, yaban domuzu, yaban ördeği, ve çulluk; Keşiş ve Munzur sıradağları, Karadağ, Kemah ilçesinin Alp Bucağı, Tercan ve Kemaliye ilçesinin Karasu vadisi çevresinde dağ keçisi, karaca, ayı, porsuk, vaşak; ayrıca ilin her yöresinde de keklik ve tavşan avlanabilmektedir. Karasunun özellikle Kemah ilçesinden, Kemaliye ilçesine kadar olan kesiminde büyük balıklara rastlanmaktadır.



Mağaralar



Kemah ilçesinin Ayranpınar köyünde bulunan buz mağaraları, kışın sıcak, yazın soğuk olma özelliğini taşımakta ve soğuk hava deposu olarak kullanılmaktadır. Mağaranın içinde büyük buz kütleleri ve buzların oluşturduğu sarkıt ve dikitler bulunmaktadır. Buz mağaralarında, ilçe köylerin peynir, yağ gibi gıda maddeleri muhafaza edilmektedir.



Erzincan’da halk tarafından bilinen ve bilimsel kaynaklarda ismi geçen bir çok mağara vardır. Ancak bu irili ufaklı mağaralar hakkında bir araştırma yapılmamıştır. Halk tarafından bilinen birçok mağara hakkında hiçbir bilgi yoktur. Gerek halktan gerekse kaynaklardan ismen bilinen mağaralar; Tercan ilçesinde Üçpınar ve Çadırkaya Mağaraları, Çayırlı ilçesinde Verimli, Çilli göl, Saraycık ve Yazıkaya Mağaraları, Kemah ilçesinde Özdamar, Çamlı yayla, Buz, Boğaziçi, ve Yahşiler Mağaraları, Kemaliye ilçesinde Ala, Üvür, Aslanoba, Tosun, Meryem Ana, Kekikpınar, Deliktaş ve Çat Mağaraları, İliç ilçesinde Bostal ve Bozyayla mağaraları ile merkez ilçede Kılıçkaya mağarasıdır.



İl genelinde tespit edilen mağara 25 adettir. Ancak bu mağaralara ulaşım, dağlık bölgelerde bulunmaları nedeni ile oldukça zordur. Yukarıda adı geçen mağaralar içinde bulundukları köy adları ile bilinmektedir. Bu mağaraların gerekli tespit ve inceleme çalışmaları yapılıp, turizm açısından potansiyel olabilecekler değerlendirilmelidir.



Refahiye ilçesinin Altköy mevkiinde bulunan mağaraya taş merdivenlerle çıkılmaktadır. Mağaranın içinde kesilmiş taşlardan oturma bankları vardır. Mağaranın içinde bulunan izlerin Köroğlunun atının izleri olduğu söylenmektedir.



Çağlayanlar





Girlevik Şelalesi; Erzincan ilinin güneydoğusunda, merkeze yaklaşık 30 km. uzaklıkta bulunan Çağlayan mevkiindedir. Şelale, Çağlayan Beldesine 3 km. uzaklıkta Girlevik köyündedir. Şelale Erzincan’ın en güzel yerlerinden biridir. Doğal güzellikleri, bitki örtüsü, suyu, dinlenme açısından önemli bir mesire yeridir. Şelalenin suyu, Kalecik Köyüne 1 km. uzaklıkta sarp kayalar içinden ve 9 ayrı yerden kaynar, yeşillik bir dere yatağını takip ederek şelaleye ulaşır. Şelalenin yüksekliği 30-40 m. civarında ve 3 kademeli ve yöreye özgü taştan oluşmaktadır. Şelalenin çevresi ağaçlıktır, özellikle yaz aylarında mesire yeri olarak büyük ilgi görmektedir. Kışın şelale suyun donmasıyla oluşan sarkıtlardan buzul tırmanışı, yazın soğuk sularında serinleme imkanı vardır.





Aygır Gölü; Keşiş Dağı üzerinde bulunan göl tabiat güzelliği yanı sıra, kırater gölü özelliğine sahip olan piknik ve dinlenme yeridir.



Kadı Gölü; Kemaliye ilçesinde yer alır küçüktür. Göl çeşitli efsanelere de konu olmuştur.



Ayrıca Çayırlı ilçesinde, Yedigöller ve Kemah Beşikli Köyünde Ardos Gölü bulunmaktadır.



Erzincan kaplıcası ve doğal jakuzisi; Ekşisu yakınında, şehir merkezine 12 km. uzaklıktadır. 33 derecelik ısıya sahip kaplıca suyu romatizma, cilt, damar sertliği ve kalp rahatsızlığına iyi gelmektedir. Kaplıca, 12 adet kapalı havuzu ile hizmet vermektedir. Ayrıca kaplıcada , doğal jakuzi havuzu vardır.



Kültürel Kaynaklar



Erzincan zengin kültürel kaynaklara sahiptir. Yapılan arkeolojik kazılarda M.Ö.8. yüzyıla ait fildişi ve madeni eşyalara rastlanmıştır. Yörede hüküm süren Hitit, Urartu, Med, Pers, Hellen, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Medeniyetlerinin izlerine rastlamak mümkündür. Altıntepe ören yerinde yapılan bilimsel kazılarda elde edilen tarihi eserler bunun bir kanıtıdır.



Erzincan’da meydana gelen şiddetli depremler ve savaşlar tarihi eserlerin bir çoğunu tahrip etmiştir. Varlıkların günümüze kadar sürdüren tarihi eserlerin birçoğu da harap durumdadır. Erzincan merkezinde ve ilçelerinde bugüne kadar 104 eser tescil edilerek koruma altına alınmıştır. İlde yüzey araştırma çalışmaları devam etmektedir. Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Alpaslan Ceyhan ve ekibi tarafından ilimizde bir yüzey araştırması çalışması başlatılmıştır. Bu proje kapsamında Erzincan’ ın ve bölgenin tarihine ışık tutacak yeni bulgular elde edilmektedir.



Sit Alanları



İlde bulunan sit alanları, Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü tarafından tescil edilerek koruma altına alınmıştır. Sit alanları içinde en önemlisi Altıntepe ören yeridir. Altıntepe, Erzincan-Erzurum karayolu üzerinde ve il merkezine 15 km. uzaklıktadır. Altıntepe, Urartu çağının bölgedeki en önemli yerleşim alanıdır. Tapınak, saray, kabul salonu mezarlar, depo binalarıyla arkeolojik değerini hala korumaktadır.



Altıntepe ören yerinde Prof. Dr. Tahsin Özgüç başkanlığında 1959 yılında bilimsel kazı yapılmıştır. Bu kazıda çok değerli eserler bulunmuştur. Bu eserler bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir.



Erzincanda toplam 26 adet sit alanı tescil edilmiş olup; bunlardan 20 adedi arkeolojik, 1 adedi kentsel, 3 adedi tarihi ve 2 adedi doğal sit alanıdır.



Taşınmaz Kültür Varlıkları



Tarihi yerleşim alanlarındaki mimari anıtlar, Taşınmaz Kültür Varlığı olarak tanımlanmaktadırlar. Çoğu sanat değeri taşıyan ve günümüze kadar ulaşabilen bu yapılar arasında; camiler, kiliseler, surlar, saraylar, hamamlar, hanlar, türbeler, kümbetler, köprüler, çeşmeler, konaklar, evler, kaleler, yer almaktadır. Kemah Kalesi, Mama Hatun Kervan Sarayı ve Türbesi, Sultan Melih Türbesi, Gülabibey Camii en önemlileridir.



Kültürel Donanım



Müzeler



Erzincan ilinde Kültür Bakanlığına bağlı hizmete açık bir müze yoktur. Yapımı tamamlanan 75.Yıl Kültür Merkezi binası içerisinde müze bölümleri de yer almaktadır. Kapalı müze bölümünde bir takım çalışmalar yapılarak müze hizmete hazır hale getirilmiştir.



Yöreden temin edilen etnografik ve arkeolojik eserler açık hava müze bölümünde teşhir edilmektedir. Müzede görevli uzman personel bulunmayışı, bu alandaki çalışmaları zora sokmaktadır. İl’e ait bazı eserler güvenlik açısından Erzurum Müze Müdürlüğüne teslim edilmiştir. Müze hizmete girdiğinde bu eserler tekrar geri getirilerek sergilenecektir.



Müzenin hizmete açılabilmesi için çalışmalar sürdürülmektedir. Tescil, tespit ve envanter çalışmaları da devam etmektedir.



Kemaliye İlçesi Ocak Köyünde özel bir müze bulunmaktadır. Ali Gürer Özel Müzesi adını taşıyan bu özel müzede 337 eser sergilenmektedir.



Galeri ( Sergi) Salonu



75.Yıl Kültür Merkezi kompleksi içerisinde 140 m² büyüklüğünde bir sergi salonu yer almaktadır. Yine aynı bina içerisinde resim ve heykel atölyeleri de bulunmaktadır. Sergi salonunda zaman zaman kişi, kurum ve kuruluşlar tarafından resim sergisi, fotoğraf sergisi, el sanatları sergileri açılmaktadır.



Halkın plastik sanatlara olan ilgisini artırmak, sanat zevk ve kültürünü geliştirmek için resim kursları, el sanatı kursları açılmaktadır. Güzel Sanatlar Galerisi Müdürlüğünde görevli uzman personel bulunmamaktadır. Amatör olarak çalışma yapan kişiler eserlerini sergilemektedir.



Kültür Merkezi ve Tiyatrolar



75.Yıl Kültür Merkezi binası 1998 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır. Kültür Merkezinin kullanım alanı yaklaşık 11.000 m²’dir. Kültür Merkezi içerisinde 475 koltuk kapasiteli çok amaçlı bir salon, 150 kişilik küçük salon, bale salonu, açık ve kapalı müze bölümleri, sergi salonu, kitap satış mağazası, kütüphane, kurs salonları, atölyeler, misafirhane ve idari odalar bulunmaktadır.



Bazı birimler tam kurulmadığından Kültür Merkezi aktif olarak hizmet verememektedir. Sosyal ve kültürel gelişmeye temel teşkil edecek böyle bir yatırımın aktif olarak kullanılması için çalışmalar sürdürülmektedir.



75. Yıl Kültür Merkezi tiyatro salonu ve yan mekanları yerleşik tiyatro kurulmasına elverişli olarak yapılmıştır. Erzurum ve Sivas illerinde Kültür Bakanlığına bağlı Devlet Tiyatroları bulunduğundan, Erzincan’ da devlet tiyatrosu kurulamamıştır. Devlet tiyatroları turne düzenleyerek hazırladıkları oyunları Erzincan’ da sahnelemektedir. İlde kurulan amatör tiyatro gruplarına gerekli kolaylık gösterilmektedir.



Kültür Merkezi tiyatro salonunun fiziki yapısı, tiyatro grupları tarafından beğenilmektedir. Bu durum daha çok turne düzenlenmesine neden olmaktadır. Tiyatro salonunda, tiyatronun yanı sıra konferanslar, açık oturumlar, konserler, anma ve kutlama günleri de düzenlenmektedir



Sinema: Kültür Merkezi bodrum katında bulunan 150 koltuk kapasiteli salon 1998 yılında sinema salonu olarak işletilmek üzere Kültür Bakanlığının hazırladığı bir protokol ve onay çerçevesinde İI Özel İdare Müdürlüğüne tahsis edilmiş, İl Özel İdare Müdürlüğünde Köylere Hizmet Götürme Birliği vasıtasıyla anılan salonu sinema salonu olarak işletilmek üzere E-TUR Ltd. şirketine vermiştir. E-TUR şirketi söz konusu salonu 1998 yılının Ocak ayından beri sinema-ESİN adı altında işletmektedir.



Erzincan’ın önemli alışveriş merkezlerinden olan ERMERKEZ bünyesinde açılmış bulunan sinema ile Erzincan halkına hizmet vermektedir. Her iki sinemada kültür ve sanat filmleri gösterilmektendir. Bu durum ailelerin büyük ilgisini çekmektedir.



Kütüphaneler :Merkez, ilçe ve beldelerde Kültür Bakanlığına bağlı toplam 16 halk kütüphanesi hizmet vermektedir. Bazı belde ve ilçe halk kütüphanelerindeki personel ihtiyacı yerel yönetimler tarafından karşılanmaktadır.



2001 yılı, yıl sonu itibariyle kütüphanelerdeki kitap ve okuyucu sayısı aşağıya çıkartılmıştır.



Turizm Sektörü ve Turistik İşletmeler



Erzincan tarihi olarak; turizm potansiyeli açısından zengin bir durumda olması gerekirken büyük depremlere maruz kalması nedeniyle tarihi eserlerin çoğu harap olmuş, ayakta kalabilenler ise hasar görmüştür.



Yöresel özellik taşıyan dinlenme ve gezi yerleri bulunmakla birlikte turizm standartlarına uygun sosyal tesisler çok sınırlıdır. Turistik işletmelerin en önemlisi 1988 yılında kış turizmine yönelik olarak işletmeye açılan Yıldırım Akbulut Kayak Tesisleridir.



İlde 2 adet turizm işletme belgeli tesis bulunmaktadır. Bu tesislerin yatak kapasitesi 188’dir. Belediye belgeli tesislerin yatak kapasitesi ise 651’dir.



İlde Turizmin Gelişmesi ve Çeşitlendirilmesi İçin Yapılan Etkinlikler



Turlar: Erzincan ili Türkiye’de turizm güzergahları üzerinde yer almaktadır. İle en yakın geçen tur güzergahı ise Trabzon’dan güneye ve daha sonra doğuya yönelen güzergahtır. Bu güzergah; Karadeniz sahillerinden gelip Trabzon, Gümüşhane, Bayburt, Erzincan, Erzurum buradan da Güneydoğu Anadolu bölgesine devam etmektedir.



Asya ülkelerini Avrupa’ya bağlayan demir yolu ve karayolu Erzincan ilinden geçmektedir. İl ulaşım açısından oldukça elverişli konumdadır. Doğu Anadolu bölge bağlantısını sağlayan E-80 Karayolu ilden geçer. Ülkemizin batı bölümü ile Karadeniz bölgesinin de Doğu Anadolu ile bağlantısı yine Erzincan üzerinden sağlanmaktadır. Erzincan ulaşım açısından kavşak noktası durumundadır.



Erzincan’da bir haftalık tur programı :



Erzurum’a uçak ile inen gruplar, önce Tercan’da orta çağ Türk Dönemine ait Mama Hatun Türbe ve Kervansarayını ziyaret ettikten sonra, Otlukbeli krater gölüne gidecekler, buradan Tercan baraj gölüne geçerek su sporları yapacak ve izleyecekler.



Sansa boğazında hızla akan Fırat’ta rafting, Bayırbağ ve Çakırman çağlayanında yüzme ve ırmaklarda gezinti. Ekşisu kaplıcasındaki doğal jakuzide banyo.



Erzincan baraj gölünde su kayağı, Ergan dağına binek atlarıyla çıkış, gece dağda uyku tulumlarıyla geceleme.



Refahiye Dumanlı ormanlarında gezi, alabalık ziyafeti ve gece ormanda konaklama.



Yamaç paraşütüyle uçuş, Kemah’ta Beşikli Gölünü ziyaret, tarihi yer gezileri, İliç ilçesinde mola .



Kemaliye’de kanyon ve çağlayan gezisi, şehirdeki otantik evlerin ve köylerin gezilmesi, Kırkgöze mesire yerinde yemek,Kemaliye’deki otelde geceleme. Ertesi gün uçakla geri dönüş.



El Sanatları



Ülkemizin bir çok ilinde olduğu gibi Erzincan’ da da bazı el sanatları geleneksel olarak sürdürüle gelmiştir. İhram dokuma, kilim dokuma, dövme bakırcılık gibi geçmişte önemli ekonomik fonksiyonu olan bazı el sanatları ürünleri, günümüzde kitlesel üretime dayanan sanayi ürünlerine yerine bıraktığından, talep azalmış ve üretim durma noktasına gelmiştir. Ancak iyi bir tanıtım ve yapılacak ham madde ve üretim tekniği değişiklikleri ile bu gibi el sanatlarının geliştirilmesi mümkündür.



El sanatı ürünlere olan talep, iyi bir üretim ve pazarlama organizasyonu ile artırılarak Erzincan için önemli bir gelir ve istihdam imkanı sağlanabilir.



Geleneksel olarak yürütülen ve yaygın bir sektör olan el sanatları çeşitlilik göstermektedir. Ülkemizin her bölgesinde olduğu gibi Erzincan’ da da geleneksel olarak sürdürülen şayak, kilim dokumacılığı, ehram dokumacılığı, halı dokumacılığı, dövme bakırcılık, çulhacılık, kalaycılık, kunduracılık, oymacılık, sepetçilik, şal basmacılığı ve bunlar içerisinde önemli yer tutan bakır işlemeciliği el sanatları mevcuttur. Geçmişte önemli ekonomik fonksiyonları olan ancak, tekniğin ilerlemesiyle üretimi daha ucuz ve daha kolay olan kitlesel üretime bıraktığından, üretimi azalan yada kaybolmaya yüz tutmuş büyük ekonomik faaliyetlerdir.



1960’lı yıllarda Erzincan’ da ortaya çıkan bakır işlemeciliği ise sektörel bazda inanılmaz bir gelişme sağlamış, Erzincan, bakır işlemeciliğinde Türkiye’ de merkez haline gelmiş, ancak daha sonra eski parlak dönemini yitirmiştir.



Geleneksel tarzda üretilen çeşitli araç-gereç ve ticari malları içine alan el sanatları, başta bakırcılık olmak üzere, dokumacılık (şayak dokuma, şal basmacılığı, çulhacılık, keçe basma, ehram dokuma, kilim dokuma, halı dokuma), kalaycılık, kunduracılık, demircilik, sepetçilik, oymacılık, iğne oyacılığı gibi çeşitliliği içine alan geniş alanı kapsamaktadır.



Erzincan’da mevcut el sanatları; bakır işlemeciliği, dövme bakırcılık, ehram dokumacılığı, kilim dokumacılığı, iğne-boncuk oyacılığı, Eğin (Kemaliye) halısı dokumacılığıdır.



Bakır İşlemeciliği : Erzincan’da bakır el sanatlarının başlangıcı çok eskiye dayanmaktadır. Dövme bakırcılık çok eski bir meslek olmasına rağmen, bakır işlemeciliğinin başlangıcı 1955-1960 yılları arasıdır. Bu yıllarda Erzincan’da çeyiz eşyaları satan birkaç esnafın dükkan vitrinlerinde bakır hamam tası, sabunluk bulunmakta iken hamam taslarının iyi satıldığı görülünce bunların seri imalatına başlanmıştır. Daha sonraki yıllarda bakırcılığın cazip hale gelmesiyle turistik bakır süs eşyalarının üretimine başlanmıştır.



Çaydanlık, semaver, sürahi, vazo, tepsi, çay-kahve-zemzem takımları vs. süs kulanım eşyaları yapılmakta olup, bakırın boyanması ve işlenmesi ile yurt içi ve yurt dışına pazarlanması sağlanmıştır.



1955-1960 yılları arasında küçük atölyelerde işleme bakırcılığın başlaması ile Erzincan el sanatlarında cazibe merkezi olmuş ve 1970’li yıllarda bakırcılık altın çağını yaşamıştır.



Yüzlerce ailenin geçim kaynağı olan bakırcılık sanatının parlak çağı fazla uzun sürmemiş yok olma durumuna gelmiştir. Ticari yönden parlak dönemi ise 1980-1985 yılları arasındadır. Ancak bu dönemdeki fazla sürüm ve fazla kazanma hırsı bakır işlemeciliğinin sanat değerini en alt seviyeye indirmiştir. Önceleri “Tekli” kalemle işlenen bakır, daha sonra makinelerle işlenmeye başlanmıştır. Bilgisiz kişilerin sektöre girmesiyle bilinçsizce ve sanat değeri olmayan bakır işleri üretilmeye başlanmış ve bundan da bakırcılık sanatı büyük ölçüde talep yetersizliği ile karşılaşmıştır.



Üretimin yüzde 10’u yurt içinde, özellikle Ege ve Akdeniz Bölgeleri’ne, yüzde 90’ı ise yurt dışında A.B.D., İtalya, Finlandiya, Japonya, Almanya, Fransa gibi ülkelere pazarlanıyordu.



Sanat değeri azaldığından önce yurt dışı, daha sonra da yurt içi pazarlar gün geçtikçe zayıfladı. Bu işten gelir sağlayanlar kendi sanatlarına kendileri değer vermeyerek başkalarının değer vermesini beklediler. Bugün bu bilince varan birkaç bakır işletmecisinin sabır ve üstün gayretleriyle Erzincan’ da bakır işlemeciliği azda olsa yapılmaktadır.



Yapılan araştırmalara göre bu gün Erzincan’ da faaliyet gösteren yaklaşık 8-10 mağazada işleme bakır ve turistik bakır eşya satılmaktadır. Bakır işlemeciliğinde çalışan 40-50 civarında işçi bulunmaktadır. Halen tam kapasite ile çalışma imkanı bulunmayan 3 atölyede turistik bakır ürünleri üretilmektedir.



Bakır, Pirinç, Alüminyum ve Gümüş Plaka Kabartma Sanatı : Son yıllarda Erzincan’ da yapılan çalışmalarla rölyef sanatının el sanatları içinde önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. İl Kültür Müdürlüğü tarafından üç dönem, Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü’nce bir dönem açılan kurslarla Erzincan’ da kabartma (rölyef) sanatında 150 kursiyer yetiştirilmiştir. Bu sanatta yetişen kursiyerler yapmış oldukları duvar tabloları ve ev süs eşyalarını Erzincan’da ve Türkiye çapında pazarlama imkanları bulmuşlardır.



İşlenilen bakır, pirinç, alüminyum ve gümüş plaka gibi hammadde yönünden herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Gerekli malzemelerin (gümüş plaka hariç) fazla pahalı olmaması nedeniyle bu sanat genişleme imkanı bulmuş hatta okullarda iş eğitimi derslerinde yapılır hale gelmiştir.



Dövme Bakırcılık : Dövme bakırcılık Erzincan’ da var olan en eski sanatlardandır. Ancak bakıra alternatif olan alüminyum, çelik, emaye, naylon gibi maddelerle yapılan ev ve mutfak eşyalarının piyasaya sunulması nedeniyle bakır eşyaya olan talep azalmıştır. Talebin az olması, pazar imkanının yitirilmesi, sanatı devam ettirecek çırak yetiştirilmemesi gibi nedenlerle geçmişte önemli bir ekonomik potansiyele sahip olan bakırcılık sanatı kaybolmaya yüz tutmuştur.



-Kilimcilik ve Cecim Dokumacılığı : Kilimcilik Erzincan’ da tarihi çok eskilere dayanan bir el sanatıdır. Genellikle Kemah, Refahiye, Kemaliye ilçelerinde dokunduğu görülür. Erzincan genelinde halen kaç tezgah da kilim ve cecim dokunduğu kesin sayılarla tespit edilememekle birlikte Kemah, Refahiye ve köylerinde halen kök boyalı kilim ve cecim dokunduğu bilinmektedir.



Son yıllarda kamu kuruluşlarının girişimleriyle kilimciliğin geliştirilmesi için bir çok girişimlerde bulunulmuş ancak kursiyer bulma açısından zorluklar yaşandığı için başarıya ulaşılamamıştır.



Kız Meslek Lisesi’nde ve Halk Eğitim Merkezi’nde bulunan kilim tezgahlarında ve Geçit Beldesi’nde açılan kursta 100 civarında kursiyer kilim dokumacılığını öğrenmiş ancak bazı ekonomik nedenlerden dolayı bu iş devam ettirilememiştir.



Ehramcılık : Ehram (ihram) Erzincan, Erzurum, Bayburt yörelerine has, kadınların örtünme amacıyla elbise üzerine aldıkları ince yün iplikten el tezgahlarında örülen bir örtüdür ve mahalli bir özellik taşımaktadır.



Ehram yaklaşık 30 sene öncesine kadar Erzincan merkezinde ve ilçelerde yaygın olarak kullanılmakta, buna paralel olarak da mahalle aralarındaki çulhacılarda veya evlerdeki el tezgahlarında bolca dokunmakta idi. Her genç kızın çeyizinde mutlaka en az bir ehram bulunurdu. Bu gelenek halen, Üzümlü, Çayırlı, Otlukbeli, Tercan İlçeleri’nde ve bazı merkez köylerde devam etmektedir.



Bayanların değişen teknolojiye ve çağın giysilerine önem vermesi ve manto, pardösü, şal gibi giysileri tercih etmeleri nedeniyle ehram ve ehramcılık eski önemini yitirmiştir.



Mermer Hediyelik ve Turistik Süs Eşyası :Erzincan’da çıkarılan veya diğer illerden getirtilen mermer blokları, il merkezinde bulunan mermer fabrikasında işlenerek çeşitli ebatlarda ve çeşitli kalınlıklarda plakalar üretilmektedir. Mermer fabrikasının istihdama ve ilin ekonomisine katkı sağladığı bilinmektedir.



Mevcut olan mermer potansiyelinden hediyelik ve turistik süs eşyası üretilerek yeni istihdam alanları kazanmak ve ekonomiye katkı sağlamak mümkündür.



Eğin (Kemaliye) Halısı Üretimi : Tarımsal alanda yaşayan nüfusa ek gelir sağlamak ve onların boş işgücünü değerlendirmek amacıyla Erzincan’da halıcılığa da önem verilmiştir.



1972-1975 yılları arasında Çayırlı ilçesi Bölükova ve Ortaköy, Kemah ilçesi Kerer ve Doğanbeyli köyleri, İliç ilçesi Boyalık, Refahiye ilçesi Pınaryolu köylerinde halıcılık kursları açılmıştır. Bu kurslarda 115 kursiyer yetişmiştir.



Kemaliye İlçesi “Eğin Halısı” adıyla ün yapmış ve ilçede halıcılık köylere kadar yayılmıştır. Yabancı ülke fuarlarında derece alan Eğin Halısı Kemaliye Kaymakamlığı’nın çalışmaları ve Hacı Ali Akın Meslek Yüksek Okulu’nun girişimleriyle ekonomik anlamda yaşatılmaya çalışılmaktadır.



Kemaliye Kaymakamlığı’nın gayretleri ile Kemaliye Apçaağa köyünde 5 adet tezgah kurulmuş olup, Isparta’dan getirilen iplerle bayanlara yönelik eğitim ve öğretim yapılmaktadır.



Hacı Ali Akın Meslek Yüksek Okulu’nda ise; 1. sınıfta 26 öğrenci, 2. sınıfta 28 öğrenci 8 tezgahta halıcılık eğitimi görmektedir.



Şenlikler – Özel Günler



Erzincan’da anılan ve kutlanan kurtuluş günleri, anma günleri, festivaller, mevsimlik bayramlar yerli turizmin gelişmesinde etkili olmaktadır. İlde bu kapsamda yapılan etkinlikler aşağıya çıkarılmıştır. Bu tür etkinliklerin geliştirilmesi faydalı olacaktır.



Kurtuluş Günleri



1-Erzincan’ın Kurtuluşu 13 Şubat



2-Tercan’ın Kurtuluşu 17 Şubat



3-Çayırlı’nın Kurtuluşu 19 Şubat



Anma ve Kutlama Günleri



1-Atatürk’ün Erzincan’a Gelişi -1 Temmuz



2-Şeyh Hasan Babayı Anma Töreni – 1 Eylül



Festival



1-Refahiye Bal Festivali – Eylül’ün ilk Haftası



2-İliç Tulum Peyniri Festivali – Ağustos’un son Haftası



3-Oğlanağa Üzüm Festivali – Eylül’ün Son Haftası



4-Ulalar Doğa Kültür ve Tulum Peyniri Festivali – Temmuzun son Haftası



Şenlikler



1-Kemah Sultan Melik Tarih , Kültür ve Spor Şenlikleri – Temmuzun ilk Haftası



2-Hıdır Abdal Sultan Şenlikleri – Ağustosun son Haftası



3-Kılıçkaya Köyü Kültür ve Dayanışma Şenlikleri – Ağustos’un Son Haftası



4-Otlukbeli Şenlikleri – Ağustos’un İkinci Haftası



5-Kemaliye Eğin Şenlikleri- Ağustos’un son Haftası



6-Munzur Melenkoç Yayla Şenlikleri – Eylül’ün İkinci Haftası



7-Gökkuşağı Kültür-Sanat Etkinlikleri – Mayıs’ın İkinci Haftası



Mevsimlik Bayramlar



1-Nevruz Bayramı – 21 Mart



2-Hıdırellez Kültür Bahar Bayramı 6 Mayıs



3-Ağaç Dikme Bayramı – Nisan’ın İkinci Bayramı Nisan’ın İkinci Haftası



Doğa Sporları



Rafting:Rafting Erzincan’da 1994 yılından itibaren Karasu (Fırat) Nehrinde yapılmaktadır. 1997‘de Munzur Fırat Doğa Sporları Derneğinin kurulması ile aktif olarak zengin malzeme ve rehber kadrosu ile hizmet vermektedir.



15 Mayıs 1999 yılında Turizm Bakanının da katkısıyla yaklaşık 100 kişilik bir sporcu gurubunun katıldığı Erzincan 2000 Rafting Festivali yapılmıştır. Özellikle Mayıs ayında 6’lık ve 5’lik rapitler oldukça fazladır. Yollarüstü-Mutu arasındaki parkurun uzunluğu 40 km.’yi bulur. Mayıs ayından sonra suların azalmasıyla Sansa-Bağlar mevkiinden (Erzincan-Erzurum karayolu 55 km.) Mutu’ya kadar 26 km.’lik bir parkur vardır. Bir tane 5’lik, 3 tane 4’lük, 5 tane 3’lük, 1 tane 2’lik rapit oluşur. Parkurun diğer bir özelliği Erzincan-Erzurum kara ve demir yolunu takip etmesidir. Bu özellik dünyanın hiçbir yerinde yoktur.



Treaking-Dağcılık-Kayak ve Kampçılık: Erzincan coğrafyasının ve ikliminin mükemmelliği bu sporları yapmaya çok müsaittir. ”Erzincan Munzur Fırat Doğa Sporları Derneği“ “Erzincan Dağcılık Kayakçılık ve İhtisas Kulübü” (EDKİK) tecrübeli, eğitimli dağcıları rehberleri ve kayakçıları ile bu sporları aktif olarak yapmaktadır. Yaylabaşı Ardıçlı Göl mevkii ormanlarında treaking ve kaya tırmanışı, Esence, Yedigöller, Refahiye Dumanlı ormanlarında treaking ve kampçılık, Sakaltutan Akbulut Kayak Tesisinde kayak sporu yapılmaktadır.



Su Kayağı: Tercan Baraj Göletinde (Erzincan-Erzurum Karayolu 98 km.) 1998 yılında Türkiye Su Kayağı Şampiyonası yapıldı. 1997 yılında Erzincan Munzur Fırat Doğa Sporları Derneğinin kurulması ile su kayağı etkinlikleri başlamış oldu. 1998 yılında Erzincan Göyne Baraj Göletinde yapılan Türkiye Birinciliğinde Erzincan Munzur Fırat Doğa Sporları Derneği Türkiye Şampiyonu oldu. Bu spor Tercan Baraj Göletinde yapılmakta olup; parkur uzunlukları şöyledir:



Çalmışla parkuru 1.200 m., Tuzla parkuru 3.750 m., Mertekli 1.550 m., Göyne 1.550 m., Kemaliye Keban Barajı parkur uzunluğu 2.500-3.000 m.’dır.



Yamaç Paraşütü: Termiklerin oldukça fazla olması coğrafi şartların mükemmelliği bu spor için Erzincan’ı birinci sıraya oturtmuştur. 1997 yılında başlayan bu spor 1998 de kurulan derneklerle daha hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Yaylabaşı Munzur-Ata Doğa ve Hava Sporları Derneği yamaç paraşütü eğitim kursları açmış ve gayet başarılı olmuştur. Halen Yaylabaşı Beldesinde yurt içi ve yurt dışından gelen sporcular hem eğitim almakta hem de bu sporu yapmaktadırlar. Keşiş ve Munzur Dağları 3200-3500m bu sporun yapılmasına avantaj sağlar.



Buz Tırmanışı: Ocak, Şubat ve Mart ayının başlarında Girlevik Şelalesinin donması ile burada bu spor yapılmaktadır.



Kano: Karasu nehri, kano yapmaya elverişli olup nehrin her kesiminde yapılabilir. Munzur-Fırat Doğa Sporları Derneği akarsu kanosu sporunu aktif olarak yapmaktadır. Zorlu apitler Erzincan-Erzurum yolu 55 km.’sinde araç ile takriben 20-25 dakikalık bir yolculuktan sonra ulaşılır. Beytahtı – İliç arası bu spor için çok uygun bir parkurdur.



Camel Trophy: Tierre Del Fuega’da yapılacak olan Camel Trophy Türkiye seçmeleri 26 Mart 1998’de Erzincan’da başladı ve dört gün sürdü. Türkiye’de bu etkinliğin en uygun yeri olarak tespit edilen Erzincan, ulusal medyanın ilgisini çekmiştir.



Kürek: Erzincan Barajı ve Keban Barajı göllerinde kürek sporu yapılmaktadır.



Cirit: Geleneksel bir ata sporumuz olan cirit tescilli olarak ilk kez 1989 yılında başlamıştır. İki adet kulüp bulunmaktadır. Bunlar Erzincan Atlı İhtisas Kulübü ve 13 Şubat İhtisas Kulübüdür, renkleri siyah-kırmızıdır. Kulüblerin kuruluş amacı; Erzincan ve çevresindeki at neslinin ıslahı , binicilik ve geleneksel olarak milli günlerimizde gösteri yapmak yurt içi ve yurt dışı faaliyetlere katılmak ve sağlıklı nesiller yetiştirmektir.



Üç adet nizami ölçülerde kum ve toprak karışımı tribünlü cirit sahası (50 kişilik) mevcuttur. İki tanesi Terzibaba mevkiinde, (Erzincan-Çağlayan yolu üzeri 5 km.) bir adette şehir merkezinde Öğretmenevi üstü Geçit Belediyesi alt kısmında bulunmaktadır.



1996 yılında Doğu gurubu Şampiyonası yapılmış ve Erzincan Atlı İhtisas Spor Kulübü birinci olmuştur. Her yıl ilimizin kurtuluşu 13 Şubat günü Erzurum ve Bayburt ilinden davet edilen takımlarla ikili müsabakalar tertip edilerek cirit sporu canlı tutulmuştur.



1997-1998 yılında Ankara’da yapılan yarışmalarda Erzincan Atlı İhtisas Spor Kulübü üst üste iki kez Türkiye ikincisi olmuştur. Ayrıca kulüpler federasyon faaliyet programı içinde bulunan Ak-Yeniköy, Aydın, Ankara Türkiye Şampiyonası Trabzon, Davutlar,(Aydın), Ilgın(Konya), Yatağan(Denizli), Uşak,Selender (Manisa) Erzurum, Malatya, Bayburt, Söğüt(Bilecik) gibi illerde müsabakalar yapmış üstün başarılar elde etmişlerdir.



Kayak Tesisleri: Akbulut kayak tesisleri Erzincan-Sivas E-80 Devlet Karayolu üzerinde ve Erzincan’a 42 km mesafede olup yolu tamamen asfalttır. Akbulut Kayak Tesislerinde Alp disiplininde kayak yapılmaktadır. Kayak oteli ve tesisleri E-80 karayoluna asfalt yol ile bağlı olup , yollar yaz-kış tamamen açıktır. Otel 60 kişi kapasiteli, 100 kişilik yemek ve toplantı salonu, sporcu odaları, saunası ile her türlü konfora sahiptir. Kış ve dağ sporları ile yayla turizminde gerçek bir turizm merkezidir. Tesis bilhassa kış aylarında çalışmakta olup, kayak kiralaması ve kayak öğretimi yapılmaktadır. Tesisler 30.000 m² alan üzerine inşa edilmiştir. Üst istasyondan başlayan 5 adet pist mevcuttur. Dere içi pisti yüzde 50 meyilli 800 m’lik profesyoneller için, su deposu pisti 1.000 m.’lik, köy yolu pisti 2.000 m.’lik, yamaç sırtı 1.200 m.’lik ve 1.800 m.’lik karşı sırt dediğimiz profesyonel –amatör kayakçılara hitap eden pistler mevcuttur.



Teleski olarak Türkiye’nin en uzun liftlerindendir. Uzunluğu 1.026 m. alt istasyon rakımı 1.927 m. ve üst istasyon rakımı 2.155 m.’dir. Kot farkı 228 m.‘dır. Tesis 110 askı ve 110 kw ‘lık bir güçle çalışmaktadır. Aynı anda 110 kişi taşınmakta olup, saatteki taşıma kapasitesi 1.200 kişidir. Mahallinde kiralamaya müsait 100 takım kayak ski bulunmaktadır. Valilik kupası, Kurtuluş kupası, okulların yarı yıl tatil dönemlerinde il spor merkezi kayak kursu ve il birinciliği yarışmaları yapılmaktadır





Entari: Biraz bolca olan, düz elbisedir. Kollar uzun ve yaka düzdür. Günlük olarak giyi*len bu entari, belbağı denilen bir bağla bağlanır.



Üçetek: Vücuda iyice oturan, hakim yakalı bir giysidir. Ön boydan, yanlar ise bel kısmında açık olduğu için meydana gelen bu üç parçadan ismini almıştır. tahtalı, kutnu ve kadife kumaşlardan yapılır. Üzerinde krma gümüş kemer takılır.



Şalvar: Pantolonvari şalvardır. Ağ kısmı paçadan olmadığından pantolonvari denilmektedir. Üçetekle birlikte giyilir.



Başörtüleri



Ehram (İhram): İnce yün ipekten dokunur. Renkleri beyaz kahverengi ve siyahtır. üzerinde çeşitli motifler vardır.



Hindi (Yazma): Kağıtlar arasında satılan desenli ince tülbenttir. Yaşmak , fitos ve düz örtü şeklinde kullanılır, kenarları oyalıdır.



Tülbent: Beyaz ince bir örtüdür. Kenarları oyalı olup, yazma gibi kullanılır.



Namaz Örtüsü: Buyüklü ve küçüklü olmak üzere iki kısımdır. Düz olarak başa alınır, daha ziyade yaşlı kadınlar kullanır.



Pırpırlı: Kırmızı tülden yapılan bir başörtüsüdür. Kenarları boncuk oyalıdır. Üzeri pırpır denilen pul boncukla işlenir.



Ayakkabı: Yemeni ve kundura giyilir.



Aksesuarlar: Tepelik, saçlık,bilezik,kemer ve küpedir.





RAFTİNG,TREKKİNG,CLİMBİNG,PARAŞÜT,DOĞA GEZİLERİ



Yaban hayvanlarını, zengin bitki örtüsünü, ormanlarını, Munzur dağlarını, Munzur vadilerini, Munzur akarsu ve göllerini, şelalelerini, ziyaret yerlerini, çiçek çeşitlerini görmek ister misiniz?..



İnsanı büyüleyen vahşi doğanın tüm güzelliklerini yaşayacaksınız .Haftanın her gününü turlar ve spor aktiviteleriyle dolu dolu geçireceksiniz.



Katılabileceğiniz Aktiviteler



Rafting : Suların coşkun aktığı yerde heyecan ve macera dolu bir yolculuk.



Yamaç Paraşütü : 100 metreden 3000 metreye kadar olan yüksekliklerden uçuş.



Bisiklet : Engebeli dağ ve vadi yollarında yapılacak geziler.



Yüzme : Munzur çayının serin sularında ve dağ göllerinde.



Dağ Sporları : 3500 metre yükseklikteki dağlara tırmanış.



Uzun yürüyüşler : Günlük düzenlenen 4-8 saatlik yayla, vadi, şelale ve orman gezileri.



Voleybol ve Futbol : Her gün tesis içinde 17:00 – 20:00 arası.



Wandern Trekking (El değmemiş doğada uzun yürüyüşler yapmayı sevenlere)



Katılabileceğiniz Turlar



Wandern Trekking (El değmemiş doğada uzun yürüyüşler yapmayı sevenlere)



Etap 1 – Kırkmerdiven yaylası ve şelaleleri



Sabahın erken saatlerinde yola çıkılır. ELBABA Kamping’ten elbaba köyüne kadar 20 km. gidilir. Daha sonra ata binmek isteyenler at ile, yürümek isteyenler yürüyerek yola devam eder. Elbaba köyü ile Kırkmerdiven arası 5 km.’dir. Munzur dağının derinliklerinde olan Kırkmerdiven, aynı zamanda şelaleler yatağıdır. Vadi 4 büyük şelalesi ile ünlüdür. Tek dişli yaban sarmısağı burada yetişir. Ayı, keklik, dağ keçilerine burada rastlanabilir. Öğlen burada piknik yapılıp akşam tekrar kampa dönülür.



Etap 2 – Kepir Yaylası



3400 metre yükseklikte ve dağların zirvesinde yer alan Kepir yaylası yürüyüşü 6 ile 8 saat arası sürer. Bir gece (isteğe göre 2 gece) yaylada konaklanır. Kepir yaylasında 6 tane krater dağ gölleri ile mağaralar bulunmaktadır. Bol oksijen, çiçek çeşitleri, beyaz mantar, yaban hayvanlarına sıkça rastlanır. Her yaz Ovacık köylerinde yaşayanlar hayvanlarıyla beraber bu yaylaya giderler ve yaylada 3 ay boyunca kamp kurarlar.



Etap 3 – Mercan Vadisi (Erzincan – Tunceli il sınırı)



ELBABA tesislerinden 40 dakika araba ile gittikten sonra bir saat yürünür ve Mercan suyunun doğduğu yere ve göllerine gidilir. Zengin bitki örtüsüne sahiptir. Munzur Çayı gibi Mercan Çayı da Alabalığı ile meşhurdur. Ayrıca ceviz ve yaban armudu burada bulunmaktadır. Munzur balı’da burada meşhurdur. Öğlen burada piknik yapılır ve geziye devam edilir. Akşam kampa geri dönülür. Munzur dağı eteğinde doğan Mercan Vadisi 50 km.’dir. Mercan vadisi ve suyu Munzur çayında birleşir.



Etap 4 – Munzur Vadisi



Ovacık’tan başlar Tunceli ilinde Pülümür vadisi ile birleşir. Vadi boyunca Munzur suyu akar. Dünyaca meşhur kırmızı benekli alabalık burada bulunmaktadır. Vadi 59 km. uzunluğunda dağlık ve ormanlıktır. Tunceli’den Ovacık’a kadar anayol vardır. Yöre zengin bitki örtüsüne sahiptir. Burada çeşitli yaban hayvanları yaşamaktadır. Ayrıca bölgede alabalık tesileri bulunmaktadır.



Etap 5 – Gözeler (Munzur suyunun doğduğu yer)



Yaklaşık 300 metre boyunca sıralanan 40′a yakın göze, güçlü bir akarsu oluşturur. Burada piknik yapılır. Yakınındaki köyler tanıtılır. Küçük dağ tırmanışları yapılır. Akşama doğru tekrar kampa dönülür. Gözeler aynı zamanda ziyaret yeridir.



Etap 6 – İçmeler ve Kaplıcalar



Bağın Kaplıcası : Mazgirt ilçesinin Dedebağ Köyü sınırları içindedir. Kaynaktaki su sıcaklığı 39 derecedir.



Harik Kaplıcası : Nazmiye’nin sınırları içerisindedir. Kaynaktaki suyun sıcaklığı 39 derecedir. Çok sayıda ziyaretçi buraya sağlık amacıyla gelir.



Harik ve Anafartalar içmeleri bulunmaktadır.



Etap 7 – Munzur dağları



Munzur dağları 5 milyon yıl önce Anadolu’da ilk oluşan sıra dağlardır. Yüksekliği 3420 metredir. Zengin çiçek türleri bulunmaktadır. Örneğin şifalı sarmısağı, ışkın, beyaz mantar, bitki çayı çeşitleri, ters lale… Zirvede krater gölleri vardır. Yılın 12 ayı zirvede kar vardır. Aynı zamanda yaban hayvanları ve kuşlara çok sık rastlanır